Tatlı dilin önemi hakkında medeniyetimizde sayısız örnek vardır.
Bunlardan bir kaçı şu şekildedir. Söz ola kese savaşı,söz ola kese başı… Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.
Bu konuda örnekleri uzatmak mümkündür. Ancak ayrıştırıcı olmayan ve tatlı dilin önemini vurgulamak için bu iki örnek yeterlidir diye düşünüyorum.
Siyasi görüşü farklı olan insanların birileri hakkında o kadar kırıcı bir dil kullanıyorlar ki üzülmemek mümkün değil
Her kesimin sesine kulak veren bir Gazetecilik anlayışını benimsediğim için maruz kalmadığım sıfat kalmadı…
Herkes gibi benimde bir siyasi görüşüm var. Bu görüşüm doğrultusunda aklıma hitap eden bir partiye oy veriyorum…
Ancak mesleğim olan gazeteciliğe gelince elimden geldiği kadar her kesimin sesine ve görüşüne ver vermenin doğru olduğunu düşündüğüm için legal olan her oluşumun uygun gördüğümüz çalışmalarına yer veriyoruz.
Okumayan,araştırmayan,dinlemeyen,sorgulamayan sadece sevdiği lider dedi diye körü körüne bağlanan bir kitle var. Bu kitlenin herkese zararı var ama onlara göre her şeyin en iyisini kendileri bilir. Ne yazık ki bu kitle her siyasi partimizde var.
Bilmediğiniz zaman elbette ki körü körüne bağlanma olur. Oysaki din de insanlık da aklımızı kullanmamız ister.
Sokak Röportajlarımızda öyle tiplerle karşılaşıyoruz ki Erdoğan diyorsa veya Kılıçdaroğlu diyorsa o doğrudur diyen çok tip var. Okusa araştırsa ve sorgulamayı bilse kendi fikir ve düşüncesi ile çelişen bilgiyi babası da söylese hayır diyebilecek ama hayır diyebilmek için de evet’in ne olduğunu bilmesi gerekiyor.
Ayrıştırıcı dil kullanmak hiç kimseye bir şey kazandırmaz:siz siz olun empati yapın derim.
Toplumda öyle tipler var ki damga vurma makinası olmuşlar mübarekler
Bir haber yaparsın hoşlarına gitmez. En hafif tabiri ile hain olursun. Biraz daha üstlerine gidersen vatan haini derer.
Daha da zorlarsan FETÖ’cü ve PKK’lı olma ihtimalin dahi var. Behey birader vurduğun damganın nereye varacağını bilir misin dersen sana 50 tana safsata anlatır. Oysa yazdığın fikir hoşuna gitmediği zaman şu dese ”bu konuda şu veya bu sebepten dolayı seninle aynı fikirde değilim dese anlayacağım “
Sevdiğiniz parti kaybetti diye diğerlerini suçlamamalıyınız…
Büyüklerimizin bir makamın ilelebet birlerinde olmayacağına dair çok güzel sözleri vardır.
Mesela “Mahkeme kadıya mülk değildir” Bugün biz varız yarın bir başkası olacak…tarzında sözler ile halkın oyları ile belli bir süre görev yapan hiçbir siyasi geldiği makamı ilelebet kendi babasının malı gibi görmemeli.
Malum Recep Tayyip Erdoğan 1994 yılında Refah Partisi adayı olarak İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olarak seçildi.
Erdoğan 4.5 sene İBB başkanlığı yaptıktan sonra Siirt’ te okuduğu bir şiir den dolayı görevinden alınıp Pınarhisar’da 4.5 ay hapis cezası almış ve cezasını orada çektikten sonra tahliye oldu.
Erdoğan İBB başkanı iken halkın bir çok sorununu çözdüğü için halkın Erdoğan’a karşı müthiş bir güveni ve desteği vardı. Halkın bu güveni Erdoğan ve arkadaşlarına AK PARTİ’ yi kurdurdu.
Ekonomi’nin ve kamu hizmetinin dibe vurduğu bir anda Erdoğan ve arkadaşları halka umut veren AK PARTİ’yi kurdu…
Ak Parti 3 Kasım 2002’de girdiği ilk seçimde % 34 ile tek başına iş başına sloganı ile girdiği seçimde iktidar oldu.
İlk 5 yılında Sağlık, Ekonomi ve dış politika ile alakalı güzel çalışmalar yaptı.
Ancak AK PARTİ 2007’den sonra eski halk odaklı çalışmalarından ziyade yavaş yavaş DEVLET’in partisi olmaya başladı.
Hele FETÖ’nün Paralel devlet olarak hareket etmesinden dolayı Erdoğan enerjisinin önemli bir kısmını bu yapı ile mücadeleye ayırdı.
İşte bundan dolayı halk odaklı çalışmalar aksadı. MHP ile iş birliği yapılması da Erdoğan’ın diğer bir çok düşünceye karşı daha temkinli olmasını getirdi.
Aslında yazılacak çok şey var ama bu kadarı ile iktifa edeceğiz.
İstanbul Times / Hüseyin Çetiner