Batan “Ufak Tefek” İğneler
Koca bir uğultu var. Sesler girift şekilde yükseliyor. Konuşmak için bilmek mi gerekiyor be kardeş? Ağzın varsa devam...
Cevabını bul, hadi şimdi!
İnsan, neye inanmak istiyor? İnandığı olgunun beraberinde getireceklerinden haberdar mı? Kendi inandığının peşinden mi gidiyor? Peşinden gitmek zorunda olduklarına mı inanıyor?
Dayatma...
Dayatılanlar karşısında mağdur olma, mağdur duruma getirenlerin; mağdur olanlardan daha mağdur vaziyette yansıması... Of! Ne güzel denklem bu böyle! Adaletten bir haber olup, adalet satanlarla eş değer değil mi? Tabii bu eksende adaletin satılmayacağını takılı kalmayın. Adaleti bilmeyen, satılmayacağını nereden bilsin!
Yüklemler aynıyken, yalnızca tümleçler değişiyor. “............. yapılacak.”
Kararlar net, insanlar ket!
**
Uzun zamandır neler yaşadığımıza şöyle arkanızı dönüp bir baktınız mı? Vallahi ben bakıyorum da yaşadığım ülkede, şahit olduklarıma inanasım gelmiyor. Ataol Behramoğlu’nun “Ne Çok Hain” şiirini okuyasım geliyor, her kasvete kapıldığımda... Okuyorum da. “Zaman geçer, devran döner. Yıkılır sarayı, zindanı zalimin” dizeleri zırhlanıyor zihnime.
Umut etmekten umarsızca, taşa takılmış ayaklara, umudu bağlamak gerekiyor zaman zaman. Mecaller terk etse de kimilerini, direnmek; düğmeyi sağlamlaştıran iplik gibi yapıştığında karaktere, kendiliğinden de çıkıveriyor kopmaya meyilli düğmeler. Mühim olan düğmeleri sağlamlaştırmak. “Karaktere zeval vermesin mi?” çınlandı yoksa kulaklarınızda? Vermesin, vermesin!
**
Ülkede ufak tefek batan iğnelerin bazıları:
Sizler gibi hangi kanalı çevirsem, kötücül düşünceyle boğuşanları görüyorum.
Bir boşluğun öncesi ve sonrası arasında hissedilen duygu farkları nelerdir?
Boşlukta olduğumuzu kabul edersek eğer öncesi ve sonrası arasında neler hissettiğinizi bir düşünün bakalım? Düşünüp ne olacak demeyin ha! Hislerinizi de tartın hele, kaç kilo gelecek? 5.49 olan domatesten az mı? 4.50 olan patatesten fazla mı? Dengeler arasındaki farkı da hissedin! Bu boşluğa neden düştük, onu da bir hesap ediverin...
Basite indirgenen hayatımızın merkezine aldıklarımızdan ibaretse bu bedenler, bedenlerin çırpınışları ne için düşünün? Merkeze neyi koyduğunuza odaklanın? Merkezinizdeki sadece sizi mi ilgilendiriyor, topluma da ufaktan dokunuyor mu?
Gelin mesela hep birlikte bunu bir konuya indirgeyelim.
“Evlilikte yaşa takılanlar...”
Merkezinize koyacak bir neden şimdi size. Bu hem seni, hem beni, hem de herkesi ilgilendiriyor. Türkiye’de olan her problem gibi. Bencil olmadan, başta bahsettiğim koca uğultunun içinde doğruyu bulmak hedefimiz. Buldurmak; gayemiz...
“Evde Kalma Vergisi” “Bekârlık Vergisi” diye başlıklar aldı başını gidiyor. Şimdi özel hayata bir müdahale... “Bakın gençlerimizin evlilik yaşı giderek yukarıya çıkıyor. Genç yaşta maalesef evlenemiyorlar. Kızlarımızda erkeklerimizde... Çoğu 30’u aşkın evleniyor, ya da evde kalıyor. Böyle bir şey olur mu ya?” diye başlayıp devam eden koca bir paragrafı işittik yakın bir zamanda. Tabii ardından çıkan küçük-büyük isyanları da. “Evde Kalmış Terör Örgütü” diye atılan Tweetler. Verilen misilleme cevaplar...
Her şey bir kenara 30 yaş üzeri bekârlar ile ilgilenmek yerine; erken yaşta zorla evlendirilenlerle, 30 yaş üzeri işsiz gençlerle, atanamamış öğretmenlerle, hakkını savunamayan gençlerle, cebinde sadece 1 lirası olup, yemek alamadığı için ve hayatına devam edemeyeceği kararını verip intihar eden Üniversite öğrencisi Sibel Ünlü gibi başka gençlerin yaşamının bu şekilde bitmemesiyle ilgilenseler. Gençlerin gelecek kaygılarına bir el uzatsalar, zincirin dağılan halkaları iç içe geçebilir belki de.
Bu durumların, sefa sürenleri etkilemezken; cefa çekenleri seferber etmesini göz yumamıyorum. Ben artık belli bir kesimin kasvetler içerisinde “ Bu ülke ne olacak diye?” dertlenirken, bir diğer kesimin umurunda olmayışına katlanamıyorum. Felaketler geldiğinde sızlanmaya alışılmış toplum olduğumuzu düşündüğümde, düşümde de normalleşmiş olduğu canlanıyor da neyse... Şahlanmış fikirler, tutunuyor japon yapıştırıcısı ile. Kuvvetliysen ayırırsın kendi fikirlerini, kendi iraden ile.
Bu olaylar kimilerinin gözlerine, “ufak tefek” diye yansısa da; binalar yıkılmadan önce içlerinde ufak tefek sorunlar muhakkak olur. Deprem dışında... Binada oluşan küçük çatlakları göz ardı edip, binanın yıkılışına seyirci kalmak ne kadar doğru?
İnsan, neye inanmak istiyor? İnandığı olgunun beraberinde getireceklerinden haberdar mı? Kendi inandığının peşinden mi gidiyor? Peşinden gitmek zorunda olduklarına mı inanıyor? Dayatılanlar karşısında mağdur olma, mağdur duruma getirenlerin; mağdur olanlardan daha mağdur vaziyette yansıması demiştik, yazının girişinde.
Şimdi sefa sürenler de “Neyim ben?” diye sorsunlar kendilerine. “Neyim ben? Bu ülke hakkında ne biliyorum? Ne yapıyorum? Ne yapacağım?” Ha bir de cefa çekenlerde farkında olup, onlarda sormalılar tabii. Çektikleri cefaların nedeninden başlayarak hem de...
Haftaya yer alacak yazımda yaşadığımız ülkemizde batan ufak iğneler ile nasıl başa çıkabiliriz? Ve yine ülkemizde batan büyük iğneler neymiş onlara bir göz atalım. Tartışalım. Tartışmadan önce siz bu yazıda size sorduklarıma kendi içinizde, kendi kendinizle cevap verin.
Bir sonraki dizelerde, göz göze gelmek dileğiyle...
Eğilmeyin!
Hande Balcan