İlk olarak sizi tanımak isteriz Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
İranlıyım ben. 12 yaşımdan beri Türkiye'de yaşıyorum. Eğitim hayatımın çoğunu Türkiye'de bitirdim. Ve daha sonra da dünyayı gezmeye başladım dolayısıyla gezdikçe yazacak çok şey buluyorsunuz. Benim de kısaca öyküm böyle.
İstanbul Times Röportaj / Sena ÇETİNER
Yazmaya nasıl başladınız? Ne zamandan beri yazıyorsunuz? Yazmak sizin için ne ifade ediyor bize bunlardan bahseder misiniz?
Yazmak yaşadıklarını belgelemek gibi geliyor bana her zaman. Yani aslında ben yazmaya çok yıllar önce karar verdim. Ama 2017 yılında artık bunu tamamen profesyonel bir şekilde yazıp yayınlamak gerektiğini düşündüm çünkü yazdığım ilk roman daha doğrusu otobiyografik roman İran'da yaşadığım yıllar İran ve Irak savaşının olduğu yıllardı ve bütün kayıtları kaleme almak istedim. İran'ın o dönem için pek çok insanın bilgi sahibi olmadığını fark ettim. Ben o yüzden İran'ı bir kız çocuğunun gözünden duymalarını istedim.
İran-Irak Savaşına, bir çocuğun gözüyle tanıklık ettiniz bu sizde nasıl bir etki bıraktı, hayatınızı nasıl etkiledi ya da sizde hiç bir travma etkisi yarattı mı?
Olabilir mi yaratmamış olabilir mi? Tabi ki yarattı. Travma zaten savaş görmüş çocukların bir ömür sırtında taşıyacağı bir yüktür. Ben küçüktüm savaşın başladığı yıllarda ve savaşın bittiği yıllarda sekiz dokuz yaşlarındaydım. Dolayısıyla şu an hala gök gürültüsünden korkmak gibi, en ufak bir sarsıntıda ciddi bir tepki gösterme gibi, çok fazla savaş filmleri seyredememek gibi... Bu travmalar benim gibi zannediyorum ki milyonlarca çocuğun hayatının sonuna kadar taşıyacağı bir yük olacaktır.
Türkiye’de yaşayan insanların İran ve gerçek İran hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığını söylüyorsunuz? Bu sebeple de eserler ortaya çıkarmak için çaba gösteriyorsunuz. Bu eserler sizce Türkiye'de ses buluyor mu?
Evet. Benim de beklemediğim bir şekilde geri dönüşler oluyor. Ben İran'- kültür turları götürüyorum. Türkiye'nin değerli işletmeleriyle, İran turlarında bir İranlı sosyolog olarak ve İranlı yazar olarak, İranlı bir kadın olarak ve çocukluğunun üçte birini en azından orada yaşamış bir İranlı olarak eşlik ediyorum. Çoğu benim kitaplarımı okuduktan sonra İran'a gelmeye karar verdiklerini söylüyorlar. Çünkü onların bilmediği daha doğrusu emperyalist güçlerin bilmesini istemediği İran'ı anlatıyorum. Etkisi oluyor diyebilirim.
İran kültür turlarına, tur lideri olarak eşlik ediyorsunuz ve Türk misafirleri memleketinizde ağırlıyorsunuz bu geziler hakkında bizlere biraz bilgi verir misiniz?
İran'ın bilinmeyen tarafları var herkes bir kere orayı devrim itibari ile tanıyor çünkü dediğim gibi emperyalist güçlerin İran'ı öyle tanıtmak gibi bir gayesi var fakat İran aynı zamanda uzun yıllardır yerleşik bir medeniyet hiç küçümsenmeyecek tarihi olan bir ülke ve edebiyat konusunda dünyada adından söz ettiren bir ülke diyebilirim. Bir Zerdüşt kültürünün vakıf olduğu bir ülkedir. Biz birazda bunların içeriğini veya bilinmeyenlerini anlatıyoruz. Farsça eserlerin önemini, Farsça eserlerin değerli yapıtlarını öne çıkarıyoruz. İran'ın unutulmaya yüz tutmuş ışıklarını çıkarmaya gayret ediyorum kendi adıma.
Bu doğrultuda şunu sormak istiyorum, edebiyatçı kimliğiniz ve seyahat konusundaki yöneliminiz paralel mi gelişti? Biri ötekini besledi mi?
Edebiyat ötekini besledi diyebilirim çünkü yola çıktıkça keşif isteği daha da perçinleşiyor. Ben kendi adıma böyle söyleyebilirim. Fakat ikisi birbirinden şu anda en azından böyle belki ilerde olmayabilir şu an için hayatımın bu dönemi için ikisi birbirinin kopmaz bir parçası gibi gözüküyor artık.
İran’da bir edebiyat, kültür, sanat atmosferi oluşturmak için verdiğiniz gayretleri biliyoruz. Çeşitli toplantılar, seminerler, konferanslar, geziler düzenliyorsunuz. Bu durum sizce hem Türkiye hem İran'da bir yankı bir etki oluşturabildi mi?
Elbette Türkiye'den çok değerli kalemler götürdüm ben İran'a. Nedim Gürsel, Ayşe Kulin gibi değerli isimler götürdüm. Ve daha da çok değerli isimler gelecek. Türkiye'deki yazarlar ile İran'daki edebiyatı daha doğrusu muasır edebiyatı bir araya getirmeye gayret ediyorum. Onlar ile tanışmasalar dahi hakikaten İran edebiyatı nasıl şekillendi, İran edebiyatı niye bu kadar önemli, minyatürü, halısı, seramik sanatı nasıl birbirini etkiliyor onları paylaşıyoruz. Hem İran'da hem burada evet ses getirmeye başladı ve artık İran denilince ya da İranlı yazar denilince ilk isimlerden biri olmak ayrıca onur verici tabii ki.
İran ve Türkiye ile ilgili yaptığınız çalışma ve projelerden yola çıkarak bu iki ülke hakkındaki düşüncelerinizi, yorumlarınızı bizlere bahsedebilir misiniz?
Biraz geniş bir soru aslında ben sadece edebiyatı açısından anlatayım o zaman. İran edebiyatı Türk edebiyatını da etkilemiş bir edebiyattır. Özellikle divan edebiyatını etkilemiştir Farsça kelimeler Türkçe ’ye çok yerleşmiştir. Gündelik hayatta kullanılan çok fazla sözcük var. Farsça şiirsel bir lisandır, melodik bir dildir ve edebiyat dilidir. Ve aslında bu sadece bana göre değil çok değerli isimlere göre de bu böyledir. Türk kalem sahiplerinin de İran edebiyatı ile ilgili çok değerli görüşleri var. İran ve Türkiye arasında muasır edebiyat hakkında konuşacaksak, her iki ülke içinde çok değerli edebiyatçılar var. Her iki ülke bu anlamda çağdaş edebiyat olarak çok şanslılar fakat her iki ülkenin biraz daha parlatılmaya ihtiyacı var.
İlk edebi okumalarınızı neler olduğunu merak ediyorum. Bunlar dünya görüşünüzün oluşmasına yazmaya başlamamıza ne kadar etki etti? Bu eserlerin sizin için kıymeti nedir?
Farsça okumaya başladım ilk tabii ki ve çok aydın ve okuyan bir ailede büyüdüm. Yani Sefiller'i, Şeker Portakal'ı gibi ve pek çok kitabı okuyup daha sonra biraz daha adım attıktan sonra Küçük Karabalık, Köy Baykuş gibi eserleri okudum. Türkiye’ye gelip dünya klasiklerinin yanı sıra Türk yazarları ile tanıştım ve bunları keşfetmeye başladım. Sabahattin Ali, Turgut Uyar, Tomris Uyar gibi daha beş, altı yaşlarındayken hatta belki de daha küçükken tanıştığım Nazım Hikmet gibi Ümit Yaşar Oğuzcan'dan tutun Cemal Süreyya'ya değin değerli yazarları bütün bu isimleri keşfedip okudum. Bu hem Türkçe’mi iyileştirmem de çok yardımcısı oldu hem de sahip olduğum bir dünya bakışı vardı ve bu kalemleri okumak benim Türkiye'de de seçkin yazarlarla tanışmama sebep oldu.
Ana diliniz Farsça olmasına rağmen eserlerinizi Türkçe yazıyorsunuz bunun olumlu ya da olumsuz bit etkisi oldu mu?
Olumsuz tarafını hiç görmedim ama olumlu tarafı olarak ben çok erken yaşta Türkçeyi hiç bilmediğim halde 12- 13 yaşlarında öğrenmeye başladığım için zannediyorum ki Türkçe anlatırken hislerimi daha kuvvetli anlatabiliyorum ve bunu anlatırken Farsçanın şiirselliğini kullanabiliyorum. Hatta bir yerde zannediyorum ki yazdım bunu Ben Türkçe ve Farsçayı lisan olarak evlendiriyorum. Eski Türkçe denilen Osmanlıca kelamlar ile Türkçeyi birleştirdiğimde çok zengin bir şey bulmuş gibi seviniyorum okuyanlar da aynı fikirde her iki lisanın derinliğinden ya da nimetlerinden yararlanıyorum dediğim gibi olumsuz tarafında hiç görmedim.
Çocukluğunuzda aslında her çocuktan farklı bir hayat yaşadınız ben bu doğrultuda şunu merak ediyorum eğitim hayatınız nasıl gelişti? Bir fırsat daha verilse hangi alanda eğitim almak isterdiniz?
Ben sosyoloji okudum. Seksen kere yine dünyaya gelsem sosyoloji okurum. Sosyoloji okurken sadece şunu fark ettim. Tabi Amerika'yı yeniden keşfetmiş gibi değil ama ben de bu kanıya vardım diyebilirim. Bir Orta Doğu sosyoloğu ile bir İngiliz sosyoloğu asla bir değildir. Biri belki de daha çok teorik tezler savunurken Orta Doğu sosyoloğu pratik olarak yaşadığı, şahit olduğu pek çok hadiseyi anlatabiliyor, açıklayabiliyor ve tez olarak savunup reddedebiliyor. Ben Orta Doğu insanının sosyal bilimler, siyasal bilimler veya felsefe konusunda çok daha zengin eserlere sahip olduğunu düşünüyorum. Benim hayatımı şekillendirmemde sosyolojinin çok büyük payı var. Sosyoloji sana çok geniş bir alan veriyor sen yeter ki ne istediğini bil.
RollsRoyce’u Taramışlar Baba, Tahran'ın Kırmızı Sirenleri adlı şimdilik iki kitabınız var. Tekrardan yeni eserler kaleme almayı düşünüyor musunuz?
- Kırmızı Sirenleri tamamen İran ve Irak savaşını anlatan ve benim o dönemdeki çocukluğumu kaleme aldığım bir eser. Benim ailemin hayatı ve ailemin içinde geçen savaş acılarını anlatan bir eserdir. RollsRoyce'u Taramışlar Baba ise İran ve Irak Savaşının içinde olduğu yıllarda İran’da türeyen Amerikan ve Siyonizm’in destekle maalesef emperyalist güçlerin desteklediği hain bir yapı olarak tarihe geçen halkın mücadelelerini kalemi aldım ve yine bir kız çocuğunun gözünden bunu aldım. Ve o hain yapının varoluşu nedeniyle kaybettiğimiz çok önemli, değerli bir yakınımızın hayata veda ettiği aslında tek bir geceyi anlatıyor. Bu iki roman aslında İran'ın 1979 ile 1989 yılına kadar ki acılarına anlatıyor. Üçüncü romanımın adı ise Son Fayton. Ben ilk defa bir aşk hikâyesi anlattım. Yine Orta Doğu'da yaşanan bir aşk hikâyesi. İçerisine çok fazla savaş yok ama yine de bir takım yıkılmaz tabuların Hristiyan ve Müslüman inançlı iki insanın aşk adına yıkılmaz tabularını kaleme aldığım bir eser olduğunu söyleyebilirim. Ve aynı şekilde iki dönemli bir roman olarak ele aldım bir tanesi Safavi döneminde diğeri ise 2018 de yaşanan bir aşk hikâyesi. Yine içerisinde vatan hasreti var, ulaşamamak var çok ciddi köküne duyulan özlem var. Bu zannediyorum ülkesini terk etmek zorunda kalmış insanların hiç yabancı olmadığı bir tat. Ve bu roman yakında okurlar ile buluşacak.
Atatürk’ün Türk halkına her şeyi altın tepside sunduğunu ve Türk halkına elinizdeki hazineyi yeniden fark edin. Şeklinde çok güzel sözler söylediniz buradaki sözünüzü bizlere ve izleyenlere daha detaylı olarak açıp anlatır mısınız?
Atatürk bir dehaydı. Elbette bu benim söylemem ile değeri anlaşılacak bir şey değil. Ben sadece Türkçeyi öğrendikten sonra ve İzmir'de büyüdüğüm için belki de şanslıydım. Atatürk'ü araştırma ve tanıma fırsatı buldum. Pek çok kesim için belki de anlaşılmadığını düşünüyorum. Orta Doğu'da belki de talih kuşuydu ki Türkiye'nin başına kondu. Atatürk'ün din ve sistemi karıştırmaması ne kadar inanç sisteminde başarı sağladığını gözlemledim. Hiçbir zorbalık başarı getirmez. Ve Muhammet Hatemi'nin de bir sözü var ben bunu da eklemek istiyorum. ’’Baskıların olduğu sistemler çürümeye mahkûmdur çünkü kendi içinde antileri çok daha çabuk besler.’’ Atatürk'ün böyle bir avantajlı tarafı var. Sadece Türkiye için değil belki de dünya içinde bir rol modeldi. Ve ben her sistemin kendi içinde bir diktatöre sahip olduğunu düşünüyorum. Bunu pozitif ve negatif diktatörlük olarak düşünüyorum. Örneğin Hitler negatif bir diktatör iken Atatürk pozitif bir diktatör olduğunu söyleyebilirim. Bu diktatörlük yanlış anlaşılabilir ben bunun altını çizmek istiyorum. Bir sistemin iyileşmesi ve o sistemde yaşayan toplumun iyileştirilmesi olarak söylüyorum ve bunun başında eğitim geliyor ki Atatürk kendisi de çok eğitimli bir adam olarak karşımıza çıkıyor. O sistemi iyileştirmek adına verdiği mücadelelerde aldığı keskin kararların pozitif adımlar olduğunu söylemeye çalışıyorum. Ve keşke en azından bir otuz yıl daha yaşamış olsaydı diyorum.
Edebiyat dünyasında gördüğünüz en bariz sorun nedir? Bu soruna ne gibi bir çözüm önerisi sunulabilir?
Okumamak. İnsanların okumaması ve merak etmemesi diyebilirim. Turlarda başıma geliyor mesela ben sadece İran edebiyatını anlatmıyorum. Ben Türk edebiyatçılarını da anlatıyorum. Onlardan aldığım keyfi Türk misafirlerle paylaşıyorum. Bu eserlerden örnekler okuduğum zaman tanımadıklarını fark ediyorum. Nafiz Çamlıbel'in son turumda bir şiirini okudum. Ve bu çok değerli ismin şiiri için pek çok isim saydılar. Bu şiir için Nazım Hikmet diyen oldu, Aziz Nesin diyen oldu ama gerçek eser sahibini tanımadılar. Soruyorum Aşiyan Mezarlığına kim kaç kere gidiyor? Bu yazarları ne kadar anıyoruz? Ben bir İranlı yazar olarak en azından Türkçeyi öğrenmemde emeği geçen tanıdığım ve tanımadığım tüm Türk yazarlarına minnetlerimi sunuyorum çünkü kendimi borçlu hissediyorum. Türk insanının da biraz daha okumaya merak salması gerektiğini düşünüyorum. Yüzlerce kitap basılıyor her gün ve yazar adı söylediğiniz de çoğu tanımıyor. Üç beş tane popüler isminden ve popüler kültür kaleme alan isimden başka bilmiyorlar. Türk insanının ben biraz daha aralarda kaybolmuş yazarları okuyup araştırmalarını temenni ediyorum. Çünkü çok değerli kalemler var ve eğer okumazsak onlar sadece yazmış olacak. Ve bu isimlerin satırlarında anlattıkları güzel şeyler var.
Son olarak bizim unuttuğumuz sizin aklınıza gelen bir şeyler varsa neler eklemek isterseniz o ne olurdu?
İran'ın 1979'dan sonraki kapalı kutu olduğu son kırk yıldır olan tarihi belgesel değerinde, roman tadında, hiç sıkmadan 24 saat içinde okunabilecek bir süreklilik ile yazdığıma inandığım ve bunu bana söyleyen çok değerli kalemler var. İyi eleştiriler aldım. İran hakkında pek çok şeyi anlattığım edebiyatı, kültürü merak edenler var ise bu eserlerimi okumalarını tavsiye ediyorum. Çünkü bunları okuduktan sonra eminim bakış açınız değişecek. Bunu içerden biri anlatıyor. Üniversitelerden davet ediliyorum. Üniversitelerin sosyoloji ve edebiyat bölümlerinden Bu kitapları okuduktan sonra bir de bir de benim dilimden dinlemek istiyorlar. Ben biraz daha araştırıp, tanıyalım diyorum. Ben yine söyleyeceğim, emperyalist güçlerin yaptığı haberlerden değil birazda kendimiz araştırarak ya da gidip görerek tanıyalım. Sizlere de çok teşekkür ediyorum bu keyifli röportaj için.
Kaynak:İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA)