Peki basın nedir?
Dar anlamıyla basın, sadece gazete ve dergileri kapsamaktayken geniş anlamda basının belirli zamanlarda basılıp, her çeşit haber ve fikirleri topluma ulaştıran tüm yayın ürünleridir. Genellikle gazeteler günlük ve haftalık olsa, onbeş günlük ve aylık basın ürünlerine de dergi denilmektedir.
İnsan, çevresinde ve dünyada olup bitenleri öğrenmek ve öğrendiklerini veya düşündüklerini başkalarına duyurmak ihtiyacındadır. Bu ihtiyaç az veya çok her insanın doğasında vardır. Bu ihtiyacın giderilmesi için girişilen çeşitli teşebbüsler sonunda bugün basın-yayın dediğimiz ve medeni toplumun dördüncü kuvveti saydığımız “basın müessesesi” doğmuştur.
AVRUPA’DA BASININ ORTAYA ÇIKIŞI
Yazının ve kağıdın bulunması, matbaanın icadı ile teknik olanaklar açısından kolaylıklar sağlanan basının gerçek anlamda ortaya çıkışı 17. yüzyılda Avrupa’dadır.
Basın denilince aklımıza ilk gelen yayın gazeteler olmaktadır. Ki gazeteyi mümkün kılan matbaa olmuştur. 15. yüzyılda matbaa icat edilip Avrupa’da yayıldıktan sonra gazetelerin basımı için geniş imkanlar ortaya çıkmış bulunuyordu. İlk basit makinelerle basım yapılması, hem çok güçtü, hem de basılan eserler hayli pahalıya mal oluyordu. Bu yüzden basma kitaplarda ve basma haber mektuplarından ancak zenginler faydalanabiliyordu. Bu durum karşısında matbaacılar, haber mektuplarına, bir çok kimselere ilgilendirecek meraklı ve çeşitli haberler koymaya başladılar. Su baskınları, yanardağ patlamaları, deprem ve kuyruklu yıldız gibi doğal olaylar, yangınlar, büyük hırsızlıklar, esrarlı cinayetler gibi olaylar, askeri veya siyasi haberler ile hareketler birarada topluca basılınca bu yayınlar halkın ilgisini çekmiştir.
15. yüzyılın sonlarında, dünyanın bilinmeyen topraklarının keşfe başlanması halkın merakını uyandırmış ve büyük kitleler bu keşiflerle ilgili haberleri aramaya koyulmuşlardır. Posta kolaylıkları sayesinde her türlü haberler, ülkeler arasında daha hızlı yayılma yoluna gitmiştir.
Bu sıralarda Avrupa halkının haber alma merakına kapılmasının diğer bir sebebi de Türklerin kıta içerisine doğru ilerlemeleri idi. Osmanlı orduları, Avrupa’da sürekli olarak toprak kazanıyorlardı. Fethedilen topraklarda Osmanlı İmparatorluğu, bütün askeri ve sivil teşkilatıyla ve her türlü resmi ve dini müesseseleriyle yerleşiyordu. Avrupa halkı kendinden çok üstün bir medeniyete sahip olan Türklerin bu ileri hareketini, büyük bir endişe ve merakla takip ediyor, sınır boylarından her gün yeni haberler bekliyordu.
Hıristiyan dininde girişilen esaslı reform hareketleri de bu dinin çeşitli mezhepleri arasında karşılıklı propagandalara yol açmış ve dini propaganda yapan çeşitli eserler yayınlanmaya başlamıştır.
Avrupa’da sistemli bilim, sanat, kültür çalışmalarının yapılması ve bunların yayınlanması sonucu Avrupa’nın sosyal, kültürel ve ekonomik bünyesinde belirli değişmeler olmuştur. Rönesans hareketi sayesinde, skolastik düşünce yerine akıl, nakilcilik yerine deney, teokrasi yerine laiklik hakim olmuştur.
Descartes, Kepler, Kopernic, Galile, Harvey, Bacon, Hobbes, Locke, Newton, Spinoza, Pascal bir çok eserler vererek insanlığın fikir ve düşünce hayatında ileriye dönük büyük atılımlar yapılmasını sağlamışlardır.
17. yüzyılda sadece Avrupa’ya özgü siyasi koşullarda basının oluşumunu büyük ölçüde etkilemiştir.
Bu yüzyılın başında (1609) Hollanda, İngiltere’den yardım görerek İspanya Kralı Philip’in egemenliğinden kurtulmuş ve bağımsızlığına kavuşarak, krallık halinde yönetilmeye başlanarak bir sömürge devleti haline gelmiştir.
Fransa’da 14. Lois zamanında soylular, İngiltere’nin aksine kralı desteklerinden monarşik idare güçlenmiştir.
Almanya otuzyıl savaşları (1618-1648) nedeniyle küçük devletler halinde bölünmek zorunda kalmıştır. Çünkü II. Ferdinand Katolik olduğundan Alman prenslerini Katolik olmaya zorlamaktaydı. Otuzyıl savaşları bu nedenle önce Almanya’da başlamış, giderek Danimarka, İsveç, Fransa, Hollanda, İspanya bu savaşlara katılmışlardır. Ekonomik koşullar aşırı derecede ağırlaşmış, geçim sıkıntısı çeken ve yarınından emin olmayan insanlar hem kendi ülkelerinde, hem de komşularında cereyan eden olayları öğrenmek ihtiyacını duymaya başlamışlardır. İşte bu siyasal ve ekonomik koşullar Almanya’da gazeteciliğin ortaya çıkmasında ve kökleşmesinde önemli bir etken olmuştur.
Avrupa’da ilk çıkan gazete hakkında bilgi veren “Ganmer” adlı bir İngiliz tarihçisidir. Bu zat 1588 tarihini taşıyan birkaç yapraktan ibaret bir gazete bulmuştur. Bu gazetenin adı “İngiliz Merküri” idi. Bunun manası “Haber Verici”’dir.
Ancak 16. yüzyılda belirli aralıklarla basılmış olan eserlere gazete demeye imkan yoktur; bunlar gazeteye çok benzeyen yayın araçlarıdır. Bugünkü anlamda ilk gazete 1609’da Strasbourg’da haftalık olarak Almanca yayınlanan “Avisa, Relation, eder, Zeiturg”’dır. Johann Carolus tarafından satışa sunulan bu gazete gerek olarak dış politika ve savaşlarla ilgili haberler vermekteydi. Bu haberler herhangi bir ayırım, açıklama veya analize tabi tutulmadan gelişigüzel veriliyordu. Aynı başlığı taşıyan diğer bir gazete yine 1609’da Augsburg, Cnedenck Wurdiye Zeiturg adlı gazete ise 1610’da Köln’de yayınlanmıştır.
Bundan sonra 1619’da Anvers’de “Nieu we Tijdirghe” adlı Hollanda gazetesi çıkmaya başlamıştır.
14 Mayıs 1622’de Londra’da ilk İngiliz gazetesi “The News Fran İtaly and Germany” ve 1631’de Paris’te ilk Fransız gazetesi “ La Gazette” adıyla haftalık yayınlanmış, bunları 1640’da Roma’da yayınlanan ilk İtalyan gazetesi “Gazetta Pulica” izlemiştir.
Siyasi anlamda ilk gazetecilik örneği ise 18. yüzyılda kral-parlamento çekişmesinin yaşandığı İngiltere’de görülmüştür. Edebi gazetecilik de Almanya’da gelişmiştir. Siyasi bir içerik taşıyan gazeteler ilanla beslenmiş, edebi yazılarla süslenmiş, hükümetleri eleştirerek de halkın sevgi ve ilgisini toplamışlardır. Orta sınıfın doğuşu, kahvehanelerin çokluğu gazetelerin satışına yardım etmiştir.
18. yüzyılda özellikle 1789 Fransız İhtilali’nden sonra basın, Avrupa’da bugünkü şeklini almaya başlayacaktır.
19. yüzyıl Batı’da, yasama, yargı ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden bağımsız hale getirilerek, insanlara daha adil ve özgürlükçü bir toplum düzeni sağlayacak ortamın hedef alındığı dönemdir. Artık devlet bunlara dayalı olmadıkça modern sayılmıyordu. Bunun gerçek amacı, devleti bireylerin üzerinde yer alan konumundan çıkarıp, bireylerin hizmetine sokmaktı. Bireyin ve bireylerin oluşturduğu kitlelerden istemlermi yansıtacak bir araca gereksinimleri vardı. İşte basın bu görevi üstlenmiş ve bu sebepten “Dördüncü Kuvvet” olarak nitelendirilmiştir.
19. ve 20. yüzyıllarda gerek teknik gelişmeler gerekse yukarıda bahsettiğimiz sosyal ve siyasi gelişmeler basının geniş kitlelere ulaşarak toplumsal bir kurum olarak kamuoyunu yaratmakta ve yönlendirmekte en önemli araç haline gelmesine sebep olmuştur.
Tanzimat Döneminde ve Gelişimi
Basım sanatının 1729 yılında Osmanlı ülkesine girmiş olmasına ve İbrahim Mütefferrika tarafından kitapların basılıp satılmasına rağmen, ilk gazetelerin yayınlanması
için bir süre daha beklenmesi gerekli olmuştur.
Ülkede egemen olan aşırı taassup nedeniyle Türkçe gazetelerin ortaya çıkması yüz yıl daha gecikmiş, ilk gazeteler tıpkı kitaplarda olduğu gibi yabancı dilde ve genellikle Fransızca olarak yayınlanmıştır.
Türkiye’de ilk gazeteyi, Fransız Devrimi’ni izleyen yıllarda Fransızlar çıkarmışlardır. İstanbul’da Fransız elçiliği basımevinde basılan ve 1795 yılında Fransızca olarak yayınlanmakta olan bu gazetenin adı (Bulletin des Nouvelles) haberler bültenidir. Büyük Fransız Devrimi’nin heyecanını yansıtan ve tüm dünyanın kazanmak amacıyla devrimin amaçlarını anlatan bir gazetedir. 7 Mart 1796’da Fransa büyükelçisi Vesnirac’ın görevinden ayrılmasından sonra gazetenin basımına son verilmiş ancak kısa bir süre sonra Fransız yeni bir gazete “Gazette Francaise de Constantıraple” adıyla aylık bir gazete Ekim 1796’dan itibaren yayına başlamış ve yayın hayatı iki yıl kadar devam etmiştir.
Yine İstanbul’un yanısıra o tarihlerde canlı bir ticaret merkezi olan İzmir’de Fransızlar tarafından fazeteler yayınlanıyordu.
Charles Trican tarafından Ocak 1924’te “Smyrneen” adlı gazete çıkarılmıştır. Bir süre sonra Roux isimli bir Fransız tüccarına devredilen gazete Türkiye menfaatlerine aykırı yayın yapınca Reisülkütap tarafından Fransız konsolosluğuna şikayet edilmiş ve ihtarda bulunulmuştur. Ekim 1824’te, “Le Spectateur Oriental” adını almış gazete matbaacı Vigoreux tarafından haftalık olarak cumartesi günleri yayına başlamıştır. Batı ülkelerinin politikalarını eleştiren gazete daha sonra bir Türk dostu olan Alexadre Blacgue’nın yönetimine geçmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan, Yunan isyası sırasında Osmanlı lehine yayınlar yapan bu gazetenin özellikle siyasal alanda yaptığı yayınlar basın tarihimizde önemli bir aşama olmuştur. Yabancı devletlerin baskısı üzerine hükümet gazeteyi bir ay süreyle kapatmak zorunda kalmıştır. Basın tarihimizdeki ilk gazete kapatma olayı budur. Bununla da yetinilmemiş, Fransa’nın doğu siyasetini eleştiren yazılardan dolayı, Fransız konsolosu gazete idaresine giderek matbaa malzemelerine el koymuştur. Bu olay basın tarihimizde ilk gazete baskınıdır. 1827 tarihinde bu gazete kapatıldıktan sonra, Alexadre Blacgue İzmir’de Osmanlıların haklarını yabancılara karşı korumaya devam etmiştir. O’nun bu fikirlerinden çalışmalarından II. Mahmut fikirlerini çok beğenip, takdir ettiğinden İstanbul’da resmi nitelikli bir gazete çıkarmasını teklif etmiş, bu teklifi kabul eden A. Blacgue 1831’de gazetesini satmış ve İstanbul’a gelmiştir. Satın alan tarafından gazetenin adı değiştirilmiş ve Journal de Smyrne olmuştur.
II. Mahmut’un isteğiyle İstanbul’a gelen A. Blacgue Türkiye’de Takvim-i Vakayi gazetesinden önce “Monitör Ottoman” adlı Fransızca resmi bir gazete çıkarmıştır.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın, Mısır’da resmi bir gazete yayınlatması, Avrupa kamuoyunu etkilemek istemesi, II. Mahmut’u harekete geçirerek gazetenin devletin menfaatleri açısından önemli bir araç olduğuna inandırmış, Avrupa’ya Türk haklarını anlatmak amacıyla A. Blacgue’ye Fransızca olan Monitör Ottoman’ı çıkarttırmıştır. Takvim-i Vakayi’de yayınlanan birçok eser bu gazetede yayınlanmış, genellikle hükümetin görüşlerine yer verilmiştir. Ancak Fransızca yayınlandığı için bunu ilk Türk gazetesi olarak kabul etmek doğru değildir.
20 Kasım 1828’de Kahire’de, yarısı Türkçe, yarısı Arapça ilk yerli gazete Vakayi el Mısrıye isimli gazete yayına başlamıştır. Bu gazete bağımsızlığını ilan edip Osmanlı devletiyle ilişkisini kestiğini bildiren Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın menfaatlerini temsil ediyordu. Ancak bu gazeteyi Türkiye’de çıkan bir Türk gazetesi olarak kabul etmek zordur.
Türk basın tarihinin başlangış noktası Takvim-i Vakayi’dir.
İLK RESMİ GAZETELER
Türkiye’de gazete ve gazetecilik yolunda atılan ilk adım Takvim-i Vakayi’nin çıkarılması olmuştur. Niyazi Berkeş her ne kadar basın hareketinin Takvim-i Vakayi ile başlamadığını ifade etse de bu konuda araştırma yapmış olan isimlerin büyük çoğunluğu basın tarihini Takvim-i Vakayi’nin çıkarılması ile başlatmaktadır. Bu nedenle ilk olarak Takvim-i Vakayi’nin incelenmesi gerekmektedir.
Takvim-i Vakayi:
Basın tarihimizi 1 Kasım 1831’de “Takvim-i Vakayi”’nin çıkması ile başlamıştır. Ancak bu gazete devletin resmi organı olup diğer ülkelerde olduğu gibi meydana gelmiş bir milli fikir hareketinin gereği olarak ortaya çıkmamıştır.
O tarihlerde memleketin kültürel seviyesi şahısların gazete çıkarması için müsait değildir, hatta özel matbaalar bile yoktur.
Takvim-i Vakayi’nin çıkarılmasından önce, II. Mahmut döneminde ülkede iç ve dış siyasette büyük karışıklıklar yaşanıyor olup, var olan düzenin yenilenmesi için çabalar sarfedilmekteydi. Osmanlı-Rus savaşları, Osmanlı-Fransız ilişkileri, Sırp ile Rum isyanları, Yeniçeri ocağının kaldırılması, askeri alanda yenilik girişimleri vb. olaylar ülkeyi yıpratmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu karışık devresinde II. Mahmut, devletin düzenlenmesinde kamuoyunun görüşlerinin öneminin farkındaydı ve araç olarak basının öneminin farkındaydı.
Bütün Osmanlı vatandaşlarının yurt içinde ve dünyada olanları öğrenmesi, yabancıların Osmanlı yönetiminin resmi görüşünü öğrenmesi, yanlış haberlerin engelleyerek iç huzurun bozulmasını önlemek, fen, sanat, sanayi ve ticarete dair bilgilerin yaygınlaştırılıp halkın yararına sunulması, devletin icraatının herkesçe bilinip buna uyulması sayesinde devlette birliğin sağlanması gibi amaçlarla 1 Kasım 1831 tarihinde Takvim-i Vakayi yayınlanmaya başlamıştır.
Bu amaçlarda özellikle iki yön dikkat çekmektedir. Birincisi geleneksel yaklaşımla padişaha bağlı devlet yönetimi görüşüyle olayları yansıtmak, bu görüşle toplumu eğitmek ve tartışmalara son vermek, ikincisi ise tartışmayı düşünmemeye karşılık batı anlamında çok geniş kapsamlı (ticari, fen, kültür vb.dahil) bir kamuoyu eğitilmesi söz konusudur.
İlk Türkçe gazete olan Takvim-i Vakayi’nin çıkarılması için “Takvimhane-i Amire” adıyla yeni bir matbaa ve idare etmek üzere de “Takvimhane Nezareti” kurulmuştur. Nazırlığına ve gazetenin çıkarılmasına bakmak üzere tarihçi “Esat Efendi” görevlendirildi. Haber toplamak üzere iki muhabir görevlendirilmiş olup gazetenin çıkarılması için hiçbir fedakarlıktan çekinilmemiştir.
Çıkarılacak olan gazetenin adının anlamlı, dikkatli ve söylenişi kolay bir isim olması gerekiyordu. Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesine verilen Takvim-i Vakayi adı konusunda ilk kayıt dönemin vakanüvisti Lütfi’nin tarihinde bulunmaktadır. Bu konu ile ilgili çalışmalar yapanlar Lütfi tarihine dayanarak, Takvim-i Vakayi adının bizzat II. Mahmut tarafından bulunup gazeteye verildiğini tekrarlamışlardır. Ancak Takvim-i Vakayi adı şu şekilde seçilmiştir: Serasker Hüsrev Paşa bir lahiya hazırlamış ve bunu Bab-ı Ali’ye sunmuştur. Paşa bu layiha sırada yayınlanacak evrakın genel adının gazete olmakla birlikte bunun Osmanlı Devleti’nde layik bir isimle değiştirilmesi gerektiğini belirtmiş ve layihasına Avrupa’da çıkan gazetelerin isimlerini ve verilebilecek Türkçe isimleri de eklemiştir. Bab-ı Ali’de çıkacak gazete ile ilgili olarak ileri gelenlerin katıldığı bir toplantı yapılmış ve burada diğer kurullarla ilgili olarak isim konusu da ele alınmıştır. Hem bütün ülke ahalisinin hem de Avrupalılar tarafından beğenilebilecek bir ismin bulunması vurgulanarak paşanın bulduğu isimlere yeni ilaveler yapılarak padişaha sunulmuştur. II. Mahmut bu kanunun yeniden görüşülmesini istemiştir. Bunun üzerine Serasker Paşa, Sedaret Kev makamına gönderdiği tezkerede “Havadisname” adının verilebileceğini, ayrıca da Esat Efendi’nin tesbit ettiği isimler pusulasını göndermiş ve Padişah Esat Efendi’nin pusulasındakı “Usul-i Hayriye” ve Takvim-i Vakayi isimlerinden birinin seçilmesini istemiştir. Bunun üzerine “Takvim-i Vakayi” adı saçilerek II. Mahmut’un, “Çünkü Takvim-i Vakayi tabir olunması her ne tarafa müteallik ise münasebet olacağından tensib olunmuş bu suretde al vechile tesmiye olunsun” ibaresini taşıyan hatt-ı hümayunu ile Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesinin ismi belirlenmiştir.
Takvim-i Vakayi ilk defa 1831’de, daha sonra 1891’de ve son olarak da II. Meşrutiyet döneminde yayınlanmıştır. Gazete resmi ve gayr-ı resmi olmak üzere iki kısımdan oluşmaktaydı. Resmi kısım devletin iç işlerinden, gayr-ı resmi olan kısım ise duyulan haberler, endüstri ve ticarete ait haberlerden oluşmaktaydı. Gazete için bir abone kayıt defteri düzenlenmiş olup buna göre; merkezdeki yüksek devlet memurlarıyla, askerler, ulema ve diğer ileri gelenlere birer, taşralarda merkez kazaların ileri gelenlerine ve memurlara verilmek üzere onar, diğer kazalarda hakim ve ayan-ı memlekete verilmek üzere ikişer gazete gönderilecektir. Bir senelik abone ücreti peşin alınacak olup, ayrıca kendiliğinden isteyenlerde ücreti ile abone edileceklerdir. Gazete bütün ülkede devlet haberleşmesini temin amacıyla görev yapan tatarlar vasıtasıyla taşınmıştır. Ancak düzensiz çıkış, gazetenin postaya intikalini ve dolayısıyla ülke içindeki dağılımını olumsuz etkilemiştir.
Takvim-i Vakayi’nin yayımına memur edilen kimseler, özellikle ilk zamanlarda, medreseden yetişmiş oldukları için, gazeteye konulan yazılar ve ağdalı ve anlaşılması güç cümlelerle dolu idi. II. Mahmut ise gazetedeki dilin sadeliğine önem vermiş, gazetenin yöneticisi konumunda olan Vaknüvis Esat Efendi yaptığı bir gezinin notlarını gazeteye basılmadan önce kendisine sunulduğunda ondan şöyle bir cevap almıştır:
“Vakıa pek güzel ve sanatlı kaleme alındığına diyecek yok ise de bu misüllü umuma neşr olunacak şeylerde yazılacak elfazın (sözler) herkesin anlayabileceği surette olmak lazımdır” demiştir.
Takvim-i Vakayi’nin yayınlanma amacı dikkate alındığında, devletin yaptıklarının, yapacaklarının, hatta düşüncelerinin neden ve niçinleriyle birlikte topluma aktarılabilmek için Fransızca, Arapça, Farsça, Rumca ve Ermenice olarak da yayınlanmıştır.
Fransızca olan gazetede ki amaç Avrupa konumuna ve etkili güçlere ulaşmak amacını taşırken, öteki dillerde yayınlanan gazeteler ise Osmanlı içerisinde yaşanan ve yaygın olan diğer tebaaya ulaşmak hedefini gütmektedir.
Bu dillerde çıkan Takvim-i Vakayiler her zaman Türkçe nüshanın aynısı olmayıp hitap edilen gruba göre haberlerin içeriği ve sırası değiştirilmiştir.
1839’da “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” adı altında okunan Tanzimat Fermanı, Takvim-i Vakayi ilave olarak “Varakai-i Mahsusa” adıyla basmıştır. Sadrazam olan Mustafa Reşit Paşa gazetenin haftada bir yayınlanması için bir irade çıkarmıştır.
Tanzimat devrinde yabancı gazetelerden tercümeler, fizike ait bilgiler konulan gazete Ali Paşa’nın sadaretinde önemini kaybetmiştir. Kırım Savaşı sırasında 18 sayı çıkarabilen gazete bu savaşa dair haberleri Varaka-i Mahsusa adı ile ilave olarak verebiliyordu.
1860’a kadar yayını bu şekilde sürdüren gazete tamamen resmi bir niteliğe bürünmüş ve sadece devletle ilgili belgelerin, tüzüklerin yayınlandığı resmi bir gazete haline gelmiştir. 1879 ve 1892 yıllarında gazetede ki dizgi yanlışlığından dolayı kapanan gazete II. Meşrutiyet döneminde yeniden çıkmaya başlamış ve Kasım 1922 yılında 4609 sayı ile yayını sona ermiştir.
Ankara’da kurulan T.B.M.M. Hükümetinin resmi gazetesi olarak 07.10.1920 tarihinde yayınlanmaya başlanan Ceride-i Resmiye, Takvim-i Vakayi’nin devamı olarak kabul edilmektedir. Ceride-i Resmiye adı 02.11.1922’de Resmi Ceride olmuştur. Resmi Ceride adı da 02.01.1928 tarihinde Resmi Gazete olmuş ve o tarihten beri bu ad ile yayınlanmaktadır.
Ceride-i Havadis
Basın tarihimizde Takvim-i Vakayi’den sonra çıkarılan ikinci gazete Ceride-i Havadis olmuştur.
William Churchill adında İngiliz bir tüccar, Kadıköy’de avlanırken, Defterhane katiplerinden Necati Efendi’nin oğlunun yaralanmasına sebep olmuş ve hapsedilmiştir. Ancak ülkedeki yabancılara geniş haklar ve dokunulmazlıklar tanındığından, İngiliz elçisinin müsadesiyle Churchill hapisten kurtarılmış, Hariciye Nazırı Akif Paşa görevinden alınmıştır. Bunların yanısıra Churchill’e pırlantalı bir nişan, on bin kantarlık bir zeytinyağı fermanı ve bir de Türkçe gazete çıkarma izni verilmiştir.
Olay 1836 yılında olmuş ancak Churchill gazete çıkarma iznini kullanmakta acele etmemiştir. Çünkü Hariciye Nezaretinden alınan Akif Paşa, Dahiliye Nazırlığına getirilmiştir. Bu nedenle gazete 1840 yılında gazetesinin adını “Ceride-i Havadis” olarak çıkarmaya başlamıştır.
Ceride-i Havadis ilk nüshasında; “Tevarih aşina olanların malumları olduğu üzere alelumun hüner ve maarifin tezayüt ve tekessürüne, nüsahı gayrı adidesi afaka müneşir olan ve güne gün ihbarat ve hadisatı nafrayı cami bulunan gazete evrakının dahi medarı küllisi olduğu cayi iştibah değildir ve herkes bu makule gazeteleri okudukça sair memalikte vuku bulan ahval ve keyfiyata kesbi vukuf ve malumat ederek eshercihet faidement olurlar” diye hem gazeteyi hem de gazetenin faydalarını anlatmaya çalıştı.
Biraz içeriğinin kuvvetsizliği, biraz Takvim-i Vakayi’nin bıraktığı etkiyle ve biraz da eski idarenin bilerek uyuşturduğpu halkın kültür seviyesindeki düşüklüğü nedeniyle bu gazete ilk yıllarında pek rağbet görmedi. Bu durumda gazeteyi kapamak zorunda kalan Churchill, hükümetten ayda 2500 kuruş tutarında yardım yapılmasını sağlamış ve tekrar yayınlanan gazetenin durumu iyiye gitmeye başlamıştır. O tarihten sonra Ceride-i Havadis yirmi yıl süre ile devletin yarı resmi organı haline gelmiştir.
Gazetedeki yazılar Avrupa’daki olayları, Amerika, Hint ve Çin’de meydana gelen garip olaylara aitti. Okuyucuları o zamanın İstanbul aydın sınıfı, devlet memurları ve valilerdi.
Gazete dışarıdan ilan kabul edip, dış ülkelerde muhabirleri de vardı. İskenderiye’den havadis gönderen gazeteci gazetecilik tarihimizdeki ilk muhabirdir. Haberler iç ve dış olarak iki bölüme ayrılmıştı. Dış haberler Avrupa olaylarının tercümeleri idi.
Ceride-i Havadis haftalık gazete olup, şekli, basılış tarzı, yazısı ve içeriği bakımından Takvim-i Vakayi’ye benzemekteydi.
Bu gazetede diğeri gibi düzenli olarak basılamıyordu. Ancak Kırım Savaşı gazeteye yaramış W. Churchill İngiliz gazetelerinin muhabiri sıfatı ile savaş meydanlarından gönderdiği haberler Ruzname-i Ceride-i Havadis veya sadece Ruzname isimli ilaveler şeklinde basılmıştır.
W. Churchill, 1864 yılında ölmüş gazetesi oğlu Alfred Churchill’e geçmiştir. A. Churchill Ceride-i Havadis’i 1864 tarihinde kapatarak daha önce ilave olarak verilen Rüzname-i Ceride-i Havadis’i günlük hale getirmiştir.
Bir İngilize ait olmakla beraber Ceride-i Havadis ve Ruzname’nin yayınları Türkiye aleyhine olmamıştır.
Türkiye’de yayınlanan ikinci gazete olması bakımından önemli olan bu gazete yukarıda bahsettiğimiz özelliklerinden dolayı yarı resmi gazetelerdir.
SİVİL BASININ ORTAYA ÇIKIŞI
Türk basınında ilk gazeteler devletin resmi organı olarak yer almış, ilk özel gazete olan “Tercüman-ı Ahval” ilk resmi gazete olan “Takvim-i Vakayi”’den yaklaşık yirmi yıl kadar sonra çıkmıştır.
Halkın gazete kavramına alıştırılmamış olması, fikir gazeteciliğine başlanamaması, doğu kültürünün yerine batı kültürünü bırakmaması ve okuma yazma bilenlerin sayısının oldukça az olması bunun nedenleri arasında gösterilebilir.
Ülkedeki siyasi bunalım, II. Mahmut’tan sonra Abdülmecit döneminde basına gösterilen ilginin azalması, zamanın beklediği yazarların yetişmesini de geciktirmiştir.
Halk için gazetenin pek önemli olmadığı bir devirde ilk özel gazetemiz olan Tercüman-ı Ahval’in çıkması basın tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur.
Tercüman-ı Ahval’in açtığı yolu diğer gazeteler izlemiş ve sivil basının gelişmesinde, halkın fikir seviyesinin yükselmesinde, demokrasi yönünde atılan adımlarda etkili olmuşlardır.
Tercüman-ı Ahval:
Türkiye’de şahsi girişimle çıkarılan ilk gazete olan Tercüman-ı Ahval Agah efendi tarafından çıkarılmış olup gazetenin çıkarılmasında Şinasi’nin rolü büyük olmuştur.
Agah Efendi, Tıbbıye mektebinde yedi sene okuyup, eğitimini yarıda bırakarak Bab-ı Ali’nin Tercüme Odasına girmiş ve bir süre sonra elçi katibi olarak Paris’e gitmiştir. Avrupa’nın birçok şehrini gören Agah Efendi ilk Türk gazetesini çıkarmak için Maarif Nezaretine; “Çeşitli bilgilere dair konular iç ve dış olaylara dair havadislerin uygun olanlarını yayınlamak için birkaç günde bir Türkçe olarak bir gazete neşretmek istiyorum. Devletimizin ve yabancı devlet uyruklularının bazılarının Arapça, Türkçe ve diğer dillerde nizamlara uygun olarak yaptıkları yayınlar gibi, her türlü masrafı ve hasılatı kendime ait olmak üzere devlet ve milletimizin siyasetini ve özel menfaatlerini korumak şartıyla söz konusu gazetenin yayınlanması için bana da resmi ruhsat verilmesi hususunda yüksek müsaadelerinizin esirgenmemesi...” şeklinde bir dilekçe vermiştir.
Agah Efendi’nin Maarif Nezaretine yaptığı bu müraacat Meclis-i Maarif tarafından incelenerek istenilen ruhsat verilmiştir.
Tercüman-ı Ahval gerek içeriği, gerek basım şekli konularında kendilerinden öncekilere benzemez. Öncekiler kendisinden çok geri olup, sonrakilerde ondan ilerdedir. Bu gazete hem sivil, hem fikir gazeteciliğimizin başlaması açısından önemlidir.
Gazetenin birinci sayısında Şinasi’nin yazdığı önsözde şöyle demektedir:
“Değilmi ki, bir toplumsal toplulukta yaşayan halk bunca yasal görevlerle yükümlüdür; elbette ki söz ve yazı ile yurdunun çıkarlarına değçin olarak düşüncelerini bildirmeyi kazanılmış haklardan sayar. Eğer bu aydınlanmış sava kanıtlayıcı bir belgit aranacak olursa, bilgi gücüyle zihni aydınlanmış uygar ulusların siyasi gazetelerini göstermek yeter”
Yukarıdaki yazı gazetenin çıkarılış amacını göstermesi bakımından önemlidir.
Gazetenin ilk sayısında “Tefrika”nın ne olduğunu anlatan soru-cevaplı bir yazı yayınlanmıştır.
Yabancı memleket gazeteleri ile karşı gazetelerden tercüme ve alıntı siyasi makale ve haberlere gazetede yer verilmiştir. Hatt-ı hümayunlar, muhtelif meseleler hakkında tebliğler, resmi ilanlar, kanunlar ve anlaşma metinleri, diğer vilayetlerdeki gelişmeler, telgrafhaneden alınan hava durumu, piyasanın genel durumuna dair haberler yayınlanmıştır.şiirli geometri ile bilimsel pek çok bilmece gazetede ilgi görmüştür.
24. sayıdan sonra Şinasi gazeteden ayrılır. Onun ayrılmasından sonra gazete haftada üç gün çıkmaya başlar.
Tercüman-ı Ahval geçimini kaleminden sağlayan yazarlar için bir okul görevi görmüştür. Refik Bey, Hasan Suphi, Namık Kemal bunlardan bazılarıdır.
Bu gazetenin o güne kadar çıkan Türkçe ve diğer gazetelerden kat kat fazla ilgi görmesi, kuşkusuz her şeyden önce, hem dil hem de içerik bakımından geniş kitlelerin özlemine yanıt vermesinden ileri geliyordu. Resmi görüşün dışındaki konulara el atabilmesi, toplumun dertlerini dile getirmesi, zamanla okuyucu mektuplarına da yer vermesi, ansiklopedik bilgiler dağıtması bu ilgiyi arttıran sebeplerdendi.
Önplana çıkması hemen tepkiyi çekti ve yirmi yıldır uyuşuk gazetecilik yapan Ceride-i Havadis, Ruzname-i Ceride-i Havadis’i yayınlayarak rekabete girişti.
Ceride-i Havadis, gazetelerin vazife ve şekillerinden bahsedildikten sonra Şinasi’nin Tercüman’da tefrika edilen “Şair Evlenmesi”, “Kocakarılara mahsus mesele” olarak adlandırıldı. Bunun üzerine “Tercüman” da Ceride-,i Havadis’in bir İngiliz gazetesi olduğunu, hükümetten yardım aldığını, Tercüman’ın ise Ehl-i İslam olduğunu vurgulamıştır. Bu şekilde iki gazete arasında yıllarca sürecek olan rekabet başlamış oldu.
Basın hayatındaki bu sürtüşme hükümeti ürkütmüş olması, o zamanki eğitim siyasetinin eleştirilmesine tahammül edilememesi, Ceride-i Havadis’in sahibinin İngiliz olması gibi sebeplerden dolayı Tercüman-ı Ahval 1861’de iki haftalık bir süreyle kapatılmıştır. O sıralarda bir Matbuat Nizamnamesi olmadığına göre bu kapatılma olayı tamamen idari ve keyfi içeriklidir.
Gazetenin kapatılması, iki gazete arasındaki münakaşaları engelleyememiş ve yayın hayatlarının sonuna kadar devam etmiştir.
Tercüman-ı Ahval, 1866 tarihli 740. sayısından sonra Cuma hariç hergün çıkmıştır. 1867 tarihinde kapanmıştır.
Denilebilir ki Milliyetçilik cereyanının doğmasında ve Türkiye’de ilk muhalefetin oluşumunda, hatta Genç Osmanlılar Cemiyeti ile bir muhalefet grubunun kurulmasında Tercüman-ı Ahval’deki yayınların büyük etkisi olmuştur. Çünkü bu gazete tarihimizin ilk milliyetçilerine yuva olmuş ve onların biraraya gelip, fikir alışverişinde bulunmalarını mümkün kılmıştır.
Tasfir-i Efkar:
Takvim-i Vakayi yalnız olayları tesbit eden Ceride-i Havadis ise bunlara ilaveten batıdan bazı bilgiler veren ve olaylarla ilgili haberler aktaran ilk gazetedir. Kendisinden öncekilere göre fikir gazeteciliği çığırını açan ise Tercüman-ı Ahval olmuş bu anlamda yayın hayatında, daha çok gelişme gösteren ise Tasfir-i Efkar olacaktır.
Gazetecilik hayatına Tercüman-ı Ahval’de başlayan Şinasi 24. sayıdan sonra gazeteden ayrılmış ve 27 Haziran 1862’de Tasfir-i Efkar’ı yayınlamıştır. Gazeteye Tasfir-i Efkar adının verilmesinin nedeni bu başlığın “fikirlerin belirtilmesi” anlamına gelmesidir.
Şinasi’nin kalemiyle hürriyet düşüncesini yayması bakımından bu gazetenin basın tarihimizde çok anlamlı bir yeri vardır. Tasfir-i Efkar kendinden önce yayınlanmış olan üç gazeteden daha gelişmiş nitelikte işe başlamış, sütunlarında halk için yararlı makalelere ve başyazılara yer vermiştir. Yazılarında milliyet ve meşrutiyet kelimelerini cesaretle kullanan ve ülkemizde ilk defa Cumhurbaşkanından bahseden yazar Şinasi olmuştur. Nitekim ilk sayısındaki giriş bölümünde gazetenin amacının haber ulaştırmak, halka kendi yararlarını düşünmeyi, kendi sorunları üzerinde durmayı, düşünmeyi öğretmek olduğu, özellikle belirtilmiş bulunmaktadır.
Tasfir-i Efkar kamuoyunun önemini herşeyin üzerinde ön plana çıkaran ilk gazetedir. Osmanlı yapısı içerisinde Türk unsurların haklarını savunmuş ve siyasal polemiklerle basına yepyeni ufuklar açmıştır. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin sözcüsü durumuna gelmiştir.
İlk sayının sunuş yazısında Tanrı’nın verdiği aklı kullanmak gerektiğini savunan Şinasi, her şeyden önce dinamik bir kamuoyundan, hükümdar ve hükümetin yanısıra söz sahibi olacak bir halktan yanadır. Gazetesinde padişahın tahta çıkış ve doğum günlerine övgüler koymayı reddetmiştir. Parlamenter sistemi savunuyor bu konuda Avrupa basınından çeviriler yayınlıyordu. Mali reformlar, saray çevrelerinin oyunları, fakirlerin durumu, İstanbul’un kent olarak sorunları, eğitim konusundaki eleştirilerin yanısıra dış politikada Karadağ sorunu, Rusya’nın Kafkaslar politikasının eleştirisi gibi konularda da önemli yankılar sağladı.
Şinasi gazetesinin özelliklerini şöyle belirtmektedir: “Tasfir-i Efkar gazetesi iki bölümden oluşmuş olup, birinci bölümü genel olarak iç ve dış haberlere, seçilmiş haberlerin duyurulmasına, ikinci bölüm ise bilgice birbirinden ayrı olan yapıtların yayımlanması için ayrılmış bölümdür ki, gereğine göre yapıt ya tüm olarak ya da özetlenerek verilecektir.”
Türk basın dilinin gelişmesinde ilk rolü oynayan gazeteyi halkın anlayacağı dili kullanacak bir araç olarak gören ilk kişi Şinasi olmuştur. Eğer fikirlerin halka ulaşması gerekiyorsa öncelikle halkın anlayacağı yapmacıksız, sade bir dil kullanılmalıydı.
Tasfir-i Efkar, “Edebiyat-ı cedide” dediğimiz edebi devri açmış ve ilk edebi münakaşalar bu gazetede başlamıştır.
Gazeteyi üç yıla yakın Şinsi çıkarmıştır. O sıralarda bir arkadaşının tutuklanmasından tedirgin olan Şinasi 1865’te Paris’e kaçtı.
Şinasi’nin ayrılışından sonra gazetenin başına Namık Kemal geçmiş ve yazılarında özgürlük konularına değinmiştir. 1867’de çıkan “Şark Meselesi” isimli yazısı nedeniyle Namık Kemal’in gazeteciliği yasak edildi. Bunun üzerine Namık Kemal’de Avrupa’ya kaçmış ve gazetenin yönetimi Recaizade Ekrem’e kalmıştır.
Tasfir-i Efkar 835 sayı yayınlanmıştır.
Gerek Şinasi gerekse çıkarmış olduğu Tasfir-i Efkar gazetesi Tercüman-ı Ahval’in açmış olduğu “sivil gazetecilik” yolunu daha da geliştirmiş, Türk basınına önemli yenlikler getirmiştir.
Muhbir:
Tasfir-i Efkar’dan sonra yayınladığı yazılar ile dikkat çeken gazetelerden bir diğeri de “Muhbir” gazetesidir.
Sermayesini Filip Efendi’nin sağlamış olduğu Muhbir’i yazılarıyla önemli bir gazete haline getiren Ali Suavi olmuştur. 1866 yılında çıkarılan bu gazete, satışa önem vermeyen, manevi heyecana sahip bir hava içeriyordu. Muhbir, gerek yeni ve hür fikirleri yaymakta ve gerekse hükümeti çekinmeden eleştiriyordu.
Bu gazete Girit meselesi ile ilgili olarak, Girit’te zulme uğrayan müslümanlar için yardım topluyor, her yayında bu konuyu bahane ediyor ve Milli bir Meclisin açılması konusunda yabancı gazetelerdeki yazıları aktararak bu konudaki fikirlerini ortaya koyuyordu.
Belgrat kalesinin verilmesi ile ilgili, 1867’de hükümeti suçlar nitelikli yazıdan dolayı gazete, hükümet tarafından tepki görmüş ve matbuat nizamnamesinin 27. maddesi gereğince gazete kapatılmıştır. Muhbir gazetesi bir ay sonra yeniden yayınlanmaya başlamış ancak bu yayını 27 Mayıs 1867’ye kadar devam etmiştir. Bu süre içerisinde gazete ancak 55 sayı çıkarabilmiştir.
Kastamonu’ya sürülen Ali Suavi ise Namık Kemal’in yardımları ile İstanbul’a kaçırılmış, ardından Mustafa Fazıl Paşa’nın daveti üzerine Fransa’ya gitmiştir. Burada da yayınladığı gazeteler aracılığı ile fikirlerini yaymaya çalışan Ali Suavi, Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’a dönmüş ve Basiret gazetesinde yazılar yazmaya başlamıştır. Ancak kendisi II. Abdülhamit’i indirip, V. Murat’ı tahta çıkarma girişimi sırasında hayatını kaybetmiştir.
Ali Suavi’nin renk kattığı bu gazete, kendisinden önceki gazetelerin açtığı muhalif tutumu daha da sertleştirmiş ve bu yönüyle var olan iktidarın tepkisini çekmiştir.
İbret:
1871 tarihinde İskender Efendi tarafından kurulan İbret gazetesinin yönetimine 1872 tarihinde Namık Kemal geçmiştir. Haber gazetesi olmaktan çok fikir gazetesi olarak ön plana çıkan İbret o zaman kadar ancak Avrupa gazetelerinde görülebilen düşünceleri işliyordu.
Gazetedeki yazılara yön veren Namık Kemal’di ki Pertev Boratav’ın belirttiğine göre o her şeyden önce o bir gazeteciydi ve izin verildiği sürece gazetecilik yapmaya devam etmiştir. Onun yönetimindeki İbret, halk içerisinde hürriyet ve meşrutiyet düşüncelerinin yayılması için yazılar yazıyor, dönemin kötü siyasetini eleştiriyordu. Ancak bu eleştiriler nedeniyle 2 Temmuz 1872 tarihinde Namık Kemal’in yazdığı ”Garaz Murattır” isimli yazı nedeniyle gazete dört ay süreyle kapanmıştır. Namık Kemal Gelibolu mutasarrıflığına atanmışsa da, Mithat Paşa’nın affıyla gazete kırk gün sonra yeniden yayınlanmaya başlamış ve kendisi yazılarına devam etmiştir.
Bu dönemde Namık Kemal “Vatan Yahut Silistre” isimli bir piyes yazmış ve bu piyesin gösterildiği 1 Nisan 1873 tarihinde halk, oyunu coşkuyla karşılamıştır. Halkın bu heyecanından ürken hükümet İbret gazetesinde ki bir dizgi yanlışlığını bahane ederek bir daha çıkmamak üzere 5 Nisan 1873 tarihinde gazeteyi kapatmıştır.
Namık Kemal’in eliyle sistemli bir şekilde hürriyet fikirlerini yaymaya çalışan bu gazete Tanzimat’ın en mükemmel fikir gazetesi olmuş ve sonraki nesiller dahi bundan faydalanmıştır.
Tanzimat döneminde Türk basın tarihinde özel bir yeri olan bu gazetelerden başka, bazı ufak gazetelerde çıkarıldı. Bu gazetelerin bazıları ancak birkaç sayı çıkarabildi, bazıları kapanıp kapanıp yeniden çıktı, bazıları da sık sık ad değiştirdi. Bu tür gazetelerin bir kısmı şunlardır:
İlk resimli gazete çıkaran Ayine-i Vatan(1866), Muhip (1867), Utarit (1867), ilk kadın gazetesi eki olan Terakki (1868), ilk çocuk gazetesi yayını yapan Mümeyyiz (1869), Hakayikü’l-Vakayi (1870), özel eğlence sayıları olan Asır (1870), bilimsel bir gazete olarak çıkan Hadika (1869), Türk mizahının kurucusu sayılan Teodor Kesab tarafından çıkarılan İstikbal (1875).
TANZİMAT DÖNEMİNDE YURT DIŞINDA BASIN (GENÇ OSMANLILAR)
1839 yılında Mustafa Reşit Paşa tarafından ilan edilen Tanzimat Fermanı ile batılılaşma, batıya yönelme anlamında önemli bir adım atılmış. Devleti modernleştirme yönünde önemli adımlar atılmak istenmiş ancak bu gayretler basına çok fazla yansımamıştır.
II. Mahmut döneminde başlatılan basın hareketi, Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde gelişme göstermiş, git gide daha fazla gazete basılarak, bu gazeteler dönemin siyasi ve sosyal olayları ile ilgilenerek eleştirilere başlamışlardır.
Böyle bir ortamda 1865 yılında Genç Osmanlılar Cemiyeti kurulmuş ve bu cemiyet içerisinde olanlar genellikle basının önde gelen isimleri olmuştur.
Gazeteciliği kendilerine meslek olarak seçmiş olan bu kimseler yazılarında devlet yönetiminin yanlışları üzerinde durmuşlar, hürriyet, meşveret gibi fikirleri ile gazeteleri aracılığı ile halkı uyandırmayı kendilerine görev bilmişlerdir.
1864 Matbuat Kanunu’ndan sonra Sadrazam Ali Paşa tarafından 27 Mart 1867 yılında basınla ilgili olarak Ali Kararname yayınlanmış, fikir hayatı, basın özgürlüğü olabildiğince kısıtlanmaya çalışılmıştır. Bu şartlar altında baskı ortamının artması üzerine Genç Osmanlılar içerisinden Agah Efendi, Namık Kemal, Ziya Bey, Ali Suavi gibi isimler yurt dışına kaçmışlar ve eleştirilerine yine buradan basın aracılığı ile devam etmişlerdir. Bunlar adına ilk olarak Ali Suavi 1867’de Londra’da Muhbir gazetesini çıkarmıştır.
Muhbir: 31 Ağustos 1867’de Londra’da yayınlanmıştır. Türkiye dışında yayınlanan ilk Türk gazetesi Muhbir’dir. Niçin İngiltere’de çıkarılmıştır: o dönemde Fransa’da basın ağır cezalar öngören bir kanuna tabi olduğundan dolayıdır. 3 Kasım 1868’e kadar 50 sayı kadar çıkan bu gazete meşveret fikrinin yanısıra millet adına yapılan borçlanmalara, eğitim ve öğretim sistemindeki gereksinmelere bol bol yer veriyordu. Ali Suavi, yapısındaki eylemci dinamizmi yazılarına aktarmaktan çekinmiyordu. Eğer önerdiği meclis fikri hükümetçe kabul edilmezse, halkın bunu zorla alacağını belirtiyordu.
Ali Suavi’nin başına buyruk bu davranışı grubun diğer üyelerinde tepki yarattı ve Muhbir’in Genç Osmanlıların sözcüsü olamayacağına karar verildi.
Ulum: Muhbir gazetesini kapattıktan sonra 1869 yılında Londra’dan ayrılan Ali Suavi Paris’e gitmiş ve burada adlı bir gazete çıkarmıştır. Bu gazetede yazdığı tarih ve kültür konularındaki yazılarıyla Türkçülük akımına öncülük etmiştir. Türk dilinin Arapça ve Farsça köklerinden arıtılmasını istemiş, “Lisan-i Osmani” yerine “Lisan-i Türki” teriminin kullanılmasını istemiştir.
Fransız-Alman savaşı nedeniyle Paris kuşatılınca Ali Suavi gazetesini Lyon’da yayınlamaya başlamış, I. Meşrutiyetin ilanından sonrada yurda dönmüştür.
Hürriyet: 29 Haziran 1868’de Londra’da önce Reşat Bey’in sonra Namık Kemal’in yönetiminde Hürriyet gazetesi yayınlandı. Bunun 64. sayısından sonrasını Ziya Bey yönetmiştir. Muhbir’e göre daha dengeli ve ilkeli bir yayın yapmıştır. Montesguieu’nün kuvvetler ayrılığı ilkesini savunuyor, kişisel yönetimlere kararlara karşı çıkıyordu. Meşrutiyetin kurulmasını, meşveret sisteminin ve basın özgürlüğünün gelmesiyle yönetim üzerinde bir kontrolün gerçekleşmesini savunuyordu. Batıdan alınacak kurumlarla İmparatorluğun çöküşünün engellenebileceği görüşündeydiler. Millet veya dinleri ne olursa olsun insanlar “tek vatan” olan Osmanlı topraklarının tümünü temsil etmekteydiler.
Bizde belirgin bir amaç için çıkmış ilk fikir gazetesi Hürriyet’tir. Ali Suavi’nin Ali Paşa’nın katledilmesini teşvik eden bir yazısından dolayı gazete hakkında dava açılınca, 3 Nisan 1870 tarihinden itibaren Cenevre2de çıkmaya başlamıştır. Ancak Ziya Bey burada on bir sayı çıkarabilmiş, 100. sayı basıldıktan sonra gazeteyi kapamıştır.
Yurt dışında bulunan bu Genç Osmanlılar Ali ve Fuat Paşa’yı eleştiriyorlar, meşrutiyet yönetiminin ilanını istiyorlardı. Bu basının ihtilalci safhası başlamıştı. Namık Kemal 1869’da, Ziya ve Agah Efendi ise 1871’de Ali Paşa’nın ölümü üzerine vatana geri döneceklerdir.