Dünya Gladiosunun bütün eylemleri sanki bu ayda meydana geliyor, hafızamızda tazeliğini koruyan ender olaylardan biri de “İkiz Kulelerin” vurulması. Yani malum ABD’de gerçekleşen 11 Eylül saldırısı ve doğurduğu sonuçlar. 11 Eylül Saldırısı sonucu Bin Ladin bahane edilerek Afganistan’a girilmişti. Ayrıca İslamifobia hızla yükselmiş ve Ortadoğu da dengeler topyekun değişmişti. Fakat aradan geçen yıllar, 11 Eylülün bir düzmece olduğunu ortaya çıkarmıştı. Bu düzmeceyi hazırlayan CIA ve Mossad ortaklığında kurulan Gladio idi. Aynı Gladionun uluslar arası ortakları hiç boş durmuyor. Şu an Mısır da, Tunus da, Suriye de yine aynı Gladio sahnede, fakat istediklerini elde edemediler, çünkü istedikleri dengeler, uyanan halk sayesinde aleyhlerine gelişti. Suriye de bu yüzden 100 bin insanın katledilmesine göz yumuldu ve yumulmaya devam edileceği gözüküyor. Aynı şekilde Türkiye de benzer ortamların oluşması için var güçleri ile çalışıyorlar. Fakat halk bu tuzağı başlarına geçirdi/geçirmeye devam ediyor.
ODTÜ’de başörtülü öğrencilere karşı başlatılan alçakça eylem, akabinde yine ODTÜ’de geçen otoyol için başlatılan eylem Türkiye geneline yayılmak isteniyor. Tüm bunların altında yatan asıl etken Gladionun Türkiye üzerinde ki hesaplarıdır. ETÖ sanığı Tuncay ÖZKAN’ın Eylülü işaret etmesi ve başlayan eylemler arasında güçlü bir bağ var. Ayrıca PKK’nın dağ kadrosunun “Sınır Dışına Çıkmayı” durduruyoruz açıklaması da ETÖ ile “Kara Eylül Kardeşliğini” güçlendiriyor. PKK’nın bu adımı aslında kendisinin “Dünya Gladiosu” ile beraber hareket ettiğinin parmak izini ve şüphesini güçlendiriyor. Kürt Siyasal Hareketi buna karşı baş kaldırmalı ve çözüm sürecini tıkamak isteyen PKK ile arasına kalın bir çizgi çekmelidir.
ANAYASAL EYLEM VE TERÖRİZM FARKI!...
Propaganda ve eylem Anayasal hak, ama eylem ve propaganda nedir nasıl olmalı bunu anlamak gerekiyor. Bu anayasal hakkı maalesef terörize edenler, masum insanların da Terörist gibi algılanması sağlıyorlar. Örgütlenme hakkı ile Molotof atma hakkı aynı şey değildir. Molotof ateşli silahlar kapsamına alınmıştır. Çünkü çoğu yerde canların gitmesine ve malların yanmasına sebebiyet vermektedir. Aynı şekilde polisi taşlamak, binaların camlarını kırmak anayasal bir hak değildir. Bunun adı Vandallıktır ve Vandalizm’e karşı polis vatandaşın “Can ve mal” güvenliğini gerekirse “şiddet ve cebir” kullanarak korumak zorundadır. Polis “Vandalizm’e” karşı mücadele etmediği anda suç işlemiş olacaktır ki, anayasal düzenin mevcut kanunlarında bu çok açık olarak ifade etmiştir.
Anayasal düzeni bozmak suretiyle yapılan her türlü eylem ve propaganda uluslar arası hukukta da çok açık ve net bir biçimde “Terörizm” olarak sınıflandırılmış ve ülkenin bekasını tehlikeye düşürecek bu eylemler karşısında devletin “Olağan üstü hal” ilan etmesi dahi öngörülmüştür. Hal böyle iken yüzlerine peçe takıp sokakları ateşe veren, camları kıran, Molotof atan “Terörist” sayılır. Teröristi etkisiz hale getirmek için gerekirse “Ateşli Silah” dahi kullanılır. Kaldı ki; Türkiye Polisi bu yola tevessül etmiyor, caydırıcılığı esas alan yöntemleri kullanıyor. Bu yöntemler uluslar arası hukukun ilgili maddesi ve Avrupa İnsan hakları anlaşmasının mevzuatında açıkça ifade edilmiştir. Bu yöntemler de “Tazyikli Su, Gaz, Plastik Mermi, Jop” olarak sıralanmıştır.
PEKİ, HER EYLEMCİ TERÖRİST Mİ?
Her eylemci terörist değildir, böyle olmadığı için Emniyet hassas davranıyor, her türlü tahrike rağmen metanetini koruyor. Belki akılara, Demokrasiler de siyasal iktidarlara karşı tanınmış olan “eylem hakkı” yok mu sorusu takılıyordur. Elbette ki, demokrasiler de beğenmediğiniz veyahut doğru bulmadığınız durumlar karşısında “Eylem yapma ve bu eylemlerin gerçekleşmesi için propaganda yapma hakkı, yine belirttiğim Avrupa insan hakları antlaşması ile uluslar arası antlaşmalarda açıkça ifade edilmiştir.” Peki, bu hak varken neden polis “Eylemcilere” müdahale ediyor? İşte sorun da tam bu nokta da başlıyor. Uluslar arası hukukun ilgili maddesi “toplanma ve eylem” hakkını yine izne tabi tutuyor. Hukuk devletinin işleyişini sekteye uğratmamak için, eylem yapılacak “yer, saat ve tarih” açıkça belirtilip ilgili kurumun iznine tabi tutuyor. Ayrıca Eylem yapmak için izin alınan yerler dışına taşmak ve de trafiği sekteye uğratmak, polise taş atmak, akabinde polisin müdahalenin gelmesini hukuki kılıyor. Yani, “canım sıkıldı şurada eylem yapayım.” anayasal bir hak değildir. Böyle olduğu an polis anayasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak yasa dışı eylemleri/eylemcileri dağıtmak zorundadır. Polis şayet anayasaya aykırı bir biçimde eylem yapanları dağıtmasa işte o zaman kendisi suç işlemiş oluyor.
Bu yüzden çok kıymetli Türkiye yurttaşları sizlerin hassasiyetlerinizi kaşıyarak, anayasal düzene karşı gelen insanlar safına sokmak isteyenlerin oyununa alet olmayın, her türlü “Hakkınızı” hukuki mercilerde ve anayasal düzende arayın! Haklı iken haksız duruma düşmeyin, evlatlarınızı ve kardeşlerinizi bu tuzağa çekmek isteyenlere karşı uyanık olun! Türkiye Cumhuriyeti her türlü “Kişi, Kurum, Parti, Çıkar, ve menfaatin” üstündedir. Beğenmediğiniz siyasal hareketleri cezalandırmanın yolu sandıktan geçer, sandığa ise 6 ay var! Sevgilerimle...