KÜLTÜR-SANAT

Meral Saklıyan : Hem Doktor,Hem Yazar,Hem Tiyatrocu

1-İlk olarak sizi sizden tanımak isteriz Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Çukurovalıyım. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdim. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde ihtisasımı yaptım. Daha sonra İstanbul’a geldim. O zamandan beri İstanbul’da uzman hekim olarak çalışıyorum. Bu arada Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin açtığı 2010 MSM projesi sınavını kazanıp dört yıl süreyle orada eğitim gördüm. Tiyatro oyunculuğu ve metin yazarlığı yaptım.

2-Yazmaya nasıl başladınız? Ne zamandan beri yazıyorsunuz? Yazmak sizin için ne ifade ediyor bize bundan bahseder misiniz?

Yazmaya nasıl başladığım konusu çok net değil, çünkü her an her yerde bir şeyler karalıyordum. Belki şunu söyleyebilirim, bilinçli bir yazma ve okuma duygusu yaklaşık yirmi yıldır bende vardı. Yazma işi bir nevi iç dünyada denge oluşturmak demek, işimin yarattığı duygusal hasarı onarma çabası.

3-Bir programda sizi izlemiştim. Orada 15’e yakın manevi olarak çocuklarınız olduğundan bahsetmiştiniz. Bizlere de biraz bundan bahsedebilir misiniz?

Bu konuyu ön planda tutup sürekli ondan söz etmek, yaptığım şeyin kıymetini düşürür, diye düşünüyorum. Sadece şunu söyleyebilirim; İhtiyacı olan birkaç kişiye maddi manevi yarenlik yapmaya çalışıyorum, o kadar. Abartılacak bir şey değil yani.

4-Biliyoruz ki sizin aslında mesleğiniz doktorluk fakat bu mesleğinizin yanında edebiyatçı kimliğinizi de görüyoruz. Sizin edebiyata ilginiz nasıl başladı ve mesleğiniz yazarlığınızı olumlu ya da olumsuz anlamda etkiledi mi etkilediyse nasıl etkiledi?

Yukarıda belirttiğim gibi yazmak ve okumak hayatımda hep vardı. Sanat hep vardı aslında: Tiyatro, müzik, sinema, kısa film… Son yıllarda hepsi edebiyata, okumaya evrildi ve böylelikle edebiyat daha ön palan çıkmış oldu. Bütün bunlar bilinçli bir tercihin sonucuydu elbette. Mesleğim yazarlığımı çok etkiledi mi, evet. Mesleğimin zorluğu beni bir arayışa ittiği gün itibarıyla hayatın anlamını sorgulamaya, bunun hakkında düşünmeye başladım. Geldiğim sonuç şu oldu: Üretmek bütün bu saydıklarımın ilacıydı. Bir şekilde çemberin içinde olmak ve kendinize yabancılaşmamak için merkezle bağınızın sağlam olması gerekir, yoksa oradan oraya savrulur durursunuz. Merkez derken salt ruhtan ve gerçek ben’den bahsediyorum. Her birey bunu içgüdüsel olarak yapar. Ben de yazarak ve okuyarak yapmaya çalışıyorum. Hayatı böyle anlamlandırdım, diyelim.

5-Uzağa gidemem adlı öykü kitabınızda aslında benim dikkatimi çeken hayal kırıklıkları, bastırılmışlıklar, karamsarlık gibi temalar yoğun bir şekilde okura sunuluyor. Bu temaların sizin edebiyatınızda size has unsurlar olduğunu söyleyebilir miyiz?

Yazılan her metin biraz otobiyografiktir aslında. Bu benim fikrim değil üstelik, çok önemli yazarlar böyle diyor. Kendi yazdığıma gelince, metnimin çoğu ruh halimi yansıtmıyor, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Beni tanıyanlar pesimist olmadığımı, hatta iflah olmaz bir optimist olduğumu söyleyeceklerdir. Ama bu durum, toplumda gözlemlediğim ve benim de bundan bir besiyeri oluşturduğum olayların, karamsar bir zemine oturduğu gerçeğini değiştirmez ne yazık ki.

6-Öykülerinizde ölüm temasını işlediğinizi görüyoruz. (Töz adlı öyküde Marien’in ölmesi, Tuz adlı öyküde Nesibe’nin babasını ve ölüm temini, Ateş Böcekleri adlı hikâyede şizofreni hastası bir kadın ve kızı arasındaki geçen diyalog ve sonunda yine bir ölüm gibi ölümleri görüyoruz.) Bu ölüm temasını öykülerinizde bilinçli olarak mı tercih ediyorsunuz?

Çok bilinçli olduğunu söyleyemem, ama bir yoğun bakım doktorundan, her an ölümle ve bunu yaşayan insanların hikâyeleriyle karşı karşıya olan birinden, ilk kitap için bu beklenebilir.

7-Yazarken aklınızdaki imgelerin tamamını yazıya dökebildiğimize inanıyor musunuz? Hayal ettiklerinizin ne kadarını sözcükler karşılayabiliyor?

Çoğunu yazıya dökebiliyorum. Yazamadığım zamanlarda da kitaplara sarılıyorum. Okudukça cevap bulmam kolaylaşıyor.

8-Hayatınızın bir döneminde Yaşar Kemal ile yollarınızın kesiştiğini ve Yaşar Kemal’den yazma konusunda sürekli ilgi ve teşvik görmüş olduğunuzu biliyoruz. Bunun üzerine Yaşar Kemal imzalı biyografi çalışması kaleme aldınız. Bu eseri yazmaya nasıl karar verdiniz? Bu süreçte neler yaşadınız?

Evet, Yaşar Kemal ile tanışma ve ona kendini tanıtma fırsatı yakalayan şanslılardanım. Bana olan tavırlarından ve beni kabullenişinden dolayı çok mutlu olduğumu da söylemek istiyorum. Onu kaybettiğimiz gün hakkında yazmak istediğimi düşündüm, ama zamanı henüz belli değildi. Daha sonraki günlerde bir yayınevinin editöründen böyle bir teklif gelince sorgusuz sualsiz kabul ettim. Daha sonra işin ne kadar önemli olduğunun ayırdına vardım varmasına da iş işten geçmişti. Sonrası herkesin bildiği çok zor bir dönem oldu. Kotarıp kotaramamak korkusu uykularımı kaçırdı. Çok şükür bu günümüze geldik.

9-Yazarken sizin için mekân ne kadar önemli, yazmak için özel ortamlar arıyor musunuz?

Mekânın önemi yok, her yerde yazarım, çay veya sıcak içecek olması koşuluyla.

10-Kişiliğinizin öykü karakterlerinizi belirlediğini en azından etkilediğini düşünüyor musunuz?

Elbette. Orada konuşan, düşünen karakter ya da karakterleri yazar yaratır, kendi kurduğu cümleleri söyletir, ama karakter yolunu kendisi çizer, yazar burada sadece bir yol göstericidir.

11-Öykülerinizde öztürkçe kullanımına önem verdiğinizi görüyoruz, bugüne bakınca dilde bir aşınma olduğunu; bazı öz Türkçe kelimelerin deyiş ve deyimlerin unutulduğunu başka dillerden giren yabancı kelimelerin de çoğu zaman anlamı karşılamadığını görüyoruz. Dil konusunda karşı karşıya olduğumuz bu bozulmanın edebiyatımızın yarına etkisi nasıl olur?

Edebiyat dille oynanan bir oyundur. Dil ise bir iletişim aracıdır. Edebiyatta dilin kullanımı bundan dolayı çok önemlidir. Paul Valery’nin sıkça tekrarladığı “şiir duygularla yazılmaz, kelimelerle yazılır” şeklinde bir sözü vardır. Ancak edebî metinlerde dil neredeyse bir araç olmaktan çıkarak bir amaca dönüşür. Sonuç olarak dil, insanın kullandığı en etkili ve en önemli araç olduğuna göre, bu araç bir silaha dönüşmeden onu hizaya sokmak gerekir. Edebiyat bu önemli aracı neredeyse araç olmaktan da çıkarabilir veya araç olarak etkisini kat kat arttırabilir de. Bu da dilin etkili bir şekilde kullanılmasından geçer. Buna dikkat etmemiz yeterli olacaktır.

12-Bir öykünüzü zihninizde oluşmaya başladığı andan, öyküye son noktayı koyduğunuz ana kadar geçen süreyi anlatır mısınız?

Çok uzun bir zaman diliminden bahsediyoruz. Her öykü için değil ama çoğu öyküde fikir oluştuktan sonra bir hazırlanma sürecine ihtiyaç duyarım. Kitaplar okurum, film izlerim. Örneğin DEMİRDEN ÇEMBER ve ATEŞ BÖCEKLERİ öyküleri uzun bir çalışma sonucu oluşmuş öykülerdir. TÖZ öykümle yaklaşık dört -beş ay uğraştım, diyebilirim

13-Herkesin bilmesinde yarar gördüğünüz bir hayat tecrübesi ?

Adı üstünde, hayat tecrübesi yaşanılmadan öğrenilecek bir şey değildir ve bireye özgüdür, o yüzden başkalarına bu konuda söyleyecek bir sözüm de yoktur.

14-Edebiyat dünyasında gördüğünüz en bariz sorun nedir? Bu soruna ne gibi bir çözüm önerisi sunulabilir?

Acele etme ve her yazılanı bir an önce görücüye çıkarma hevesi hepimiz için bir sorun bence. Yazmanın henüz bir okulu yok. O yüzden çok fazla şey üretiliyor ve biz okurlar bu kalabalık arasında kayboluyoruz, iyiyi bulmak zorlaşıyor. Bir kontrol mekanizması olsun demiyorum, ama biraz pişmeyi beklemek gerekir. Çayın demini almasını beklemek gibi.

15-Ve son olarak bu röportaja ekstradan bir şeyler eklemek isterseniz o ne olur

Bu güzel sorular için çok teşekkür ederim…

Kaynak : İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA)