İstanbul, geçmişten bugüne farklı etniklere ve inançlara ev sahipliği yaparak, genel itibariyle yerleşme amaçlı olsa da, kıtalar arasında bir köprü vazifesini görmüştür ve görmeye de devam ediyor.
Tarih boyunca İstanbul, ekonomik, sosyal, kültürel kimliği yanı sıra iklimi ve jeopolitik konumu nedeniyle de göç dalgalarının çekim merkezi haline gelmiştir.
Toplumsal, etnik ve kültürel yapıyı büyük ölçüde etkileyen göç dalgaları, dur durak bilmemesinin en önemli sebebi hiç kuşkusuz yaşanan savaşlardır; çıkan savaşlar ile birlikte boy gösteren trajik kayıplar, şiddet, ekonomi yoksulluk, açlık ve bulaşıcı hastalıklar gibi nedenler, insanları, yeni bir umut için göçe zorlamaktadır.
Umut yolculuğuna başlayan insanların büyük bir kısmı, göç yolunda umuduna varmadan çeşitli nedenlerden dolayı hayatlarını kaybetmektedirler.
İstanbul, Türkiye’nin tüm illerinden göç almasının yanı sıra dünyanın farklı bölgelerinden Orta-Doğu, Orta Asya ve Afrika kıtasının çeşitli ülkelerinden özelikle de son yıllarda Suriye’de yaşanan “Arap Baharı Hareketi” nin giderek radikal bir boyut kazanması üzerine Nisan 2011'den bu yana çıkan iç savaştan dolayı milyonlarca insanın akınına uğramasıyla, tarihinde mülteci akının en üst seviyesine ulaşmış bulunmakta.
Her geçen gün yoğunlaşan göç akınından dolayı İstanbul, tam bir insan denizine dönüşmüş. İstanbul’un en büyük sorunlarının başında gelen trafik yoğunluğu, yerini ne yazık ki insan trafiğine terk etmiştir; İstanbul, bu yoğunluğu ne denli kaldırır konusu, hali hazırda koruyor.
Kapitalizmin kendi çıkarları doğrultusunda göz yumduğu, bilâkis kendi elleriyle teşvik ettiği ya da çıkardıkları kargaşaların, kaosların ve savaşların kendilerine avantaj sağladığı kadar, dezavantaj olarak da etkilerini görmektedirler.
Ucuz işgücü için bilinçli bir şekilde göçe zorlanan insanlar, kendileriyle beraber taşıdıkları yaşam alışkanlıkları ve kültürlerini, gitmek istedikleri yerin kültürü ve yaşam tarzlarıyla zıtlıklar teşkil etmektedir; bu zıtlıklar kendileriyle beraber yeni sorunlar da meydana getirmektedir.
Elbette ki İstanbul, göç edenlerin büyük bir bölümü için bir köprü, bir durak görevini yerine getirmektedir. Umut yolcularının asıl amacı, Avrupa ülkelerine intikal etmektir; tabiri caizse, göçmen kuşları göç ederken varmak istedikleri menzile ulaşmak için, yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını sağlamak amacıyla kullandıkları göç yollarının üzerinde bulunan ara bölgeler görevi niteliğindedir.
Umudun yolcuları, kendi yaşantılarında bıraktıkları derin izler kadar, yaşamak için gittikleri bölgelerin yerel insanları üzerinde de kalıcı etkiler bırakmaktadırlar.
Göçmenlerin yerel halkların üzerinde bıraktığı en büyük etkilerin başında, yaşanan göçü fırsat olarak değerlendiren ev sahiplerinin kira ücretlerini fahiş bir oranda yükseltmeleri, iş sahiplerinin çalışma ücretlerinde azaltmaya gitmeleri, gıda fiyatlarının artması ve ortak yaşam alanlarında göçmenlerden dolayı rahat dolaşmamaları ve seyahat etmemeleri gelmektedir.
Bununla beraber elbette ki göçmenlerin de yaşadığı sıkıntılar küçümsenmeyecek derecededir; sıkıntıların başında barınmak için kolay kolay ev bulamamaları, istedikleri iş alanında istihdam etmemeleri, ucuz ücrete tabi tutulmaları ve en önemlisi de yerel halkın öfkelerini üzerlerine toplamaları gelmektedir.
Kadim İstanbul şehrinin asırlardır kendisiyle özdeşleşen dostları olan Galata Kölesi, Kız Kölesi, Ayasofya'sı, Sultan Ahmet Camisi’si, Süleymaniye’si ve Surları gibi kadim sakinleri olduğu kadar, boğazından gelip-geçen gemiler gibi, gelip-geçen dostları da her zaman var olmuş ve var olmaya da devam edecektir.
İstanbul’u bir göç diyarı olarak değil, sevginin ve mutluluğun diyarı olarak görmek en büyük arzumuz olmalı!
Özlemlerin, acıların, kavuşamamanın esamisi okunmadığı ve tüm sevenlerine birlikte huzur, sağlık ve mutluluk içinde yaşadığı, çocukların üzerinde coşkuyla gülüştüğü, göçlerin ve savaşların yaşanmadığı bir dünya dileğiyle!