Geziyi ve diğer gelişen tüm olayları anlayabilmek için kapsayıcı bir değerlendirme gerekiyor, bu değerlendirme için de su yüzüne çıkmış örgütleri irdelemek lazım. Gezide ön plana çıkan 11 illegal örgüt sadece piyon, asıl büyük güç uluslararası illegal örgütlerdir. İşte bu uluslararası örgütlerin genel adı "Gladio" olarak bilinmekte ve NATO ile dirsek temasında hayatlarını ikame ettirmekteler. Nato üyesi olmamıza rağmen bize nasıl etki ediyor ve nasıl işliyor diye aklınıza takılabilir. Bunun için olayları ve Gladio'nun işleyişini sizler için derledim. Ülkemizi 30-40 yıl geriye götüren darbelerin bırakın yapılmasına, oluşmasına dahi engel olmalıyız. Bunun için de acil sivil ve katılımcı bir Yeni Anayasa yapmalıyız. Bu Yeni Anayasa da Mutlaka Yarı Başkanlık ve Başkanlık sistemi olmalıdır. Ülkeyi her türlü tehlikeye karşı en korunaklı hale getirecek sistemde ancak başkanlık sistemidir. ABD örneği elimizde ki en güçlü delildir. Obama ABD derin devleti tarafından hazım edilmemesine rağmen bu güçlü demokrasisi sayesinde elleri bağlıdır. Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP darbecilerin ortağı olduklarından bu sisteme şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Her türlü illegal girişimin içindeler. Türkiye'nin önünü tıkama operasyonlarında CHP'nin etkin rol oynaması bunun en güçlü delilidir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu ülkenin son şansıdır. Bu ülkenin tüm bireyleri Darbecilerin kalesini yerle yeksan etmesi için sayın Recep Tayyip Erdoğan'a güçlü bir destek vermeli ve darbe heveslilere çanak tutmamalı. Seçkinci zümre ellerinden giden imtiyazları için Başbakana kişisel düşmanlıkları toplumu yanlışa sevk etmemeli. Bu ülkenin asıl düşmanları ise Gladionun olduğu unutulmamalı.

GLADİO NEDİR:

Latince'de kılıç anlamına gelen Gladio sözcüğünü isim olarak kullanan örgüt, Amerikan ve İngiliz kontrgerilla örgütlenmesi olan Stay Behind tarafından 1952 yılında kuruldu. CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen örgüt, 1956 yılında ABD ile işbirliği içinde, casusluk ve gerilla savaşı yapmak üzere örgütlendi. Sardunya'da örgütün ilk eğitim kampı kuruldu ve Kuzey İtalya'da 139 yerde silah ve mühimmat depoları oluşturuldu. Resmi adı Müttefik Koordinasyon Komitesi (Allied Coordination Committee) idi.

1956 sonrasında ikisi kadın 622 kişi ABD ve İngiliz gizli servisleri tarafından eğitildi. 1990 yılında Gladio'yu ortaya çıkaran soruşturmalar esnasında bu 622 kişinin grup liderleri oldukları, her bir grup liderinin belli sayıda kişiyi idare ettiği, böylece toplam sayının 15.000'e yaklaştığı ortaya çıktı.

Örgütün İtalya'daki adı Gladio (Kılıç) idi. Yunanistan'da B-8 ya da SheepSkin (Koyun Postu), Belçika'da SDRA-8, Hollanda'da NATO Command, Batı Almanya'da Gehlen
Harekatı, Stay Behind ya da Sword, Avusturya'da Schwert, Fransa'da Rüzgar Gülü, İspanya'da Anti-Terör Kurtarma Grubu (GAL), İngiltere'de ise Secret British Network olarak bilindiği bu ülkelerin yetkililerince açıklandı. Örgüt, Türkiye'de Kontrgerilla diğer adıyla Anti Terör olarak biliniyor.
Soruşturmaların ünlü yargıcı Felice Casson, gizli servis arşivinde yaptığı incelemelerde, 1972 yılındaki bir bombalamanın kesinlikle NATO destekli bazı gizli örgütlerce yapıldığı sonucuna ulaştı. Yargıç Başbakan Andreotti'nin bilgisine başvurdu, 1972'de bu olay tespit edildiği için Başbakan örgütün varlığını kabul etti, ancak 1972'de kapatıldığını söyledi. Araştırmalara devam edilince Gladio'nun faaliyete devam ettiği ortaya çıktı. Eylemlerin en büyüğü 1980 Ağustos ayında Bologna tren istasyonunda patlayan bomba ile 85 kişinin ölümü idi.

İtalya'da 1969-80 arasında 4.298 terör olayı meydana gelmiştir. Yapılan soruşturmalar sonucu, bunların önemli bir bölümünden Gladio sorumlu gösterilmiştir. Bazı eylemleri bizzat yapmakla, bazısında patlayıcı ve silah sağlamakla, bazısında da tahrik ve yönlendirme yapmakla suçlanmıştır.

GLADİO’NUN KURULUŞU İLE İLK DARBE ARASINDA Kİ BAĞ KRONOLOJİK TARİHİNDE YATIYOR!
1956 Yılında kurulan bu örgüttün dünya da hızla yayıldığını göz önüne aldığımızda Adnan MENDERES hükümeti döneminde yapılan Askeri Darbe ile örgüttün kardeşlik bağını kurmak hayalden öteye geçiyor. Türkiye’de iç karışıklıkların ve türlü kardeş kavgalarının dayandığı tarih 1956’dan sonra meydana geliyor.
27 Mayıs 1960: Harp Okulu öğrencilerinin gösterisi üzerine hükümetin bir soruşturma başlatarak darbe planlarını ortaya çıkartacağından korkan cunta erken davranarak 27 Mayıs 1960'da darbeyi yaptı.

12 Mart 1971: 12 Mart 1971'de ordu komutanları Demirel'e bir muhtıra verdiler. Muhtıranın içeriği kardeş kavgasının ve anarşinin engellenemediği, Atatürk'ün reformlarının gerçekleştirilemediği, çağdaş uygarlık hedefinden sapıldığı, bütün bunlardan hükümetin sorumlu olduğu, bu hedeflere ulaşmak için yeni bir hükümetin demokratik yollardan kurulması, aksi takdirde TSK'nin yasalardan aldığı yetkiyle idareyi doğrudan doğruya ele alacağı seklindeydi.

12 Eylül 1980: Darbeyle birlikte anayasa değişikliği de geldi. 82 Anayasası’yla toplumu tepeden tırnağa kontrol altına almak için 61 Anayasasının getirdiği hak ve özgürlükler geri alındı. Temel insan hak ve hürriyetlerinin geniş ölçüde sınırlandırıldığı, yer yer kaldırıldığı bir ortamda muhalefet sindirildi. Halk depolitize edilerek DP ile girdiği siyaset arenasından dışlandı. Bütün bunlar 82 Anayasası' yla yasallaştı. Ordunun özellikle Kenan Evren'in bütün karşı propagandalarına rağmen Turgut Özal’ın liderliğinde ANAP 1983 seçimlerinde tek başına iktidar oldu. Ordu perde arkasına çekildi. Ancak sahne gerisinden müdahalelerini devam ettirdi. Halkın her türlü hak arama girişimleri (sendikal haklar, inandığı gibi yasamak, Kürt kimliğinin tanınması...) resmi ideoloji adına, demokrasi vitrininin ardındaki darbe kurumları tarafından gerek kanuni, gerek kanun dışı yollarla bastırılmaya, sindirilmeye çalışıldı.

28 Subat 1997: Refah Partisi ile halkin özellikle Islami taleplerle siyaset sahnesine çıkması, Islam'ın insanlarina bireysel ve toplumsal hayatlarında belirleyiciliginin artmasi, ABD'nin Yeni Dünya Düzeni'nde Islam'i tehtid olarak görmesi, halkin iktidar seçkinlerinden yüz çevirmesi, halkin destegini yitiren partilerin sırtlarini devlete dayayarak ayakta durabilmeleri, ekonomide Anadolu sermayesinin yükselerek devlet destekli büyük sermaye ile rekabete girmesi, Susurluk kazasiyla iktidar seçkinlerinin kirli ilişkilerinin gözler önüne serilmesi egemenlerin yeniden "irtica nöbetlerine" yakalanmasına yol açtı. İrtica söylemi her şeyin üstünü örtebilirdi. MGK toplantılar tarihi (!) olmaya başladı. PKK'dan daha tehlikeli ilan edilen irtica’ya karşı kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı. Üniversite rektörlerine, medyaya, yargıya, patronlara brifingler verildi. Halkta tutmadı ama söz konusu çevrelerde rağbet büyüktü. İrtica söyleminin temel nedenine baktığımızda bunun rantını yiyenlerin tekelci sermaye, sivil-asker karması ve medya olduğu ortadadır. Bu nedenle söz konusu çevreler irtica ile mücadelede birbirleriyle yarıştılar. Bati Çalışma Grubu (BCG), Sicil Çalışma Grubu (SCG), valiler, garnizon komutanlıkları, hükümet, yargı mensupları, kartel medyası, TÜSIAD, YÖK, DGM hepsi de irtica ile mücadele de öne çıkmaya çalıştılar. 28 Şubat sürecinin zeminini, alt yapisini oluşturan Başbakanlık Kriz Yönetmeliği ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin Refah-Yol tarafından imzalanmasıdır. Bu yönetmelikle doğal afetler de dâhil olmak üzere MGK’nın kriz dediği durumlarda MGK yaptırım uygulayabilecek bir üst yapı haline geliyordu. Bunun ilk pratiği de 28 Şubattır. Parlamento devre dışı bırakılıyor, yasama organı MGK oluyor. Yürütme organı hükümettir ve tavsiye niteliğindeki kararları yürütebilmek de hükümetin ömrünü tayin ediyor.

GLADİO’UNUN KARŞISINDA AB TUTUMU:

Avrupa Parlamentosu bile bu sorunla ilgili karar tasarısında şu sözlere yer vermek durumunda kalmıştır: "Avrupa Topluluğu'na üye pek çok ülkede gizli, paralel istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerinin 40 yıldır var olduğu Avrupa hükümetleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kırk yıldır bu örgütlerin demokratik kontrolden kurtulduğu ve NATO ile işbirliği halinde ABD gizli servislerince yönetildiği anlaşılmıştır."