Lozan konferansı, 21 Kasım 1922`den, 24 Temmuz 1923 tarihine kadar devam etti; fakat araya 4 Şubat 1923 tarihine kadar süren iki buçuk aylık bir zaman girmişti.
Bu konferansta, İNGİLTERE, FRANSA, İTALYA, JAPONYA, YUNANİSTAN, ROMANYA, YUGOSLAVYA devletleri bir tarafta, TÜRKİYE diğer taraftaydı. Boğazlarla ilgili işlerin görüşülmesine KARADENİZ`de sahili bulunması itibariyle, RUS SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETİ ve BULGARİSTAN da katıldılar.
KUZEY AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ise konferansa bir gözlemciyle katıldı. Bu yüzden bugünlerde ABD LOZAN`ı tanımıyor diyenlere diyeceğim tek söz savaşta olmayan bir ülkenin taraf olmasını ve kabul etmesini beklemek aptallıktır. Çünkü söz hakkı yoktur.
Bir başka mesele ise LOZAN ANLAŞMASI`nda YUNANİSTAN`ın ismi vardır fakat imzası yoktur. İmzası olan devletler İNGİLTERE, FRANSA ve İTALYA olarak görüyoruz. Hatta o zamanın TÜRK HEYETİ bunu sorduğunda İNGİLTERE temsilcileri bizim imzamız yeterlidir diyerek TÜRKİYE CUMHURİYETİ`nin yedi düvelle yani emperyal yayılmacı devletlerle savaştığının kanıtıdır. Hatta YUNANİSTAN`ın bu savaşta emperyal devletlerin bir lejoner – paralı askeri gibi görebiliriz.
Bugün bazı aklı evveller LOZAN ANTLAŞMASI için ne zafer, ne hezimetti, hatta bu anlaşmanın bir yenilgi olduğunu söyleyecek kadar ileri gidenler bile içimizde dolaşmaya ve bizleri yönetmeye veya yönlendirmeye çalışıyorlar. Bu ne nankörlük, bu ne miras yedilik bu ne hainliktir anlamak veya izah etmeye kalkışmakta zorlanıyorum. Hatta bu konuşmaların yapılması ve emanete sahip çıkılmaması bizim en büyük ihanetimizdir.
Bunlara en büyük cevabı yine o zaman canlarıyla, mallarıyla, onurlarıyla, şerefleriyle tarih yazanlar verecektir.
İNGİLİZLERİN başını çektiği BARIŞ ANLAŞMASI PROJESİ TÜRK HEYETİ`ne teklif edildiği şekilde kabul olunamazdı. İSMET PAŞA, pek haklı olarak imzalamadı ve 4 Şubat 1923`te LOZAN
`ı terk etti: yeni TÜRK DEVLETİ için bu hayati noktalar üzerinde fedakârlık asla düşünülemezdi. En sonunda ANLAŞMA DEVLETLERİNİN, bunlar üzerinde de hakkımızı teslim edecekleri bekleniyordu.
Bakın GAZİ MUSTAFA KAMAL, bu mesele hakkında kanaatlerini BÜYÜK NUTUK`larında şu şekilde ifade ediyorlar (bugünkülerde iyi okusun o çok-bilmişler, iki koyunu güdemeyen ve rüzgâr nerden esiyorsa ona göre yani güce hizmet edenlere ithaf olunur:
“Varisi olduğumuz OSMANLI DEVLETİ`nin dünyanın gözünde hiçbir kıymeti, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı; milletler arası hukukun dışında tanınmış, adeta koruma ve vesayet altına alınmış bir mahiyette farz olunuyordu. Geçmişe ait müsamahaların, hataların faili biz olmadığımız halde esasen asırların birikmiş hesaplarının bizden sorulmaması gerekirken bu hususta da dünyayla karşı karşıya gelmek bize düşmüştü. Millet ve memleketi gerçek bağımsızlık ve hâkimiyetine sahip kılmak için bu zorluklara ve fedakârlığa göğüs germek de bizim üzerimize yükletilmişti. Ben sonucun önünde sonunda olumlu olacağından emindim. TÜRK MİLLETİNİN varlığı için, bağımsızlığı için, hâkimiyeti için önünde sonunda elde etmek zorunda olduğu esasların dünyada onaylanacağına asla şüphe etmiyordum. Çünkü gerçekte, bu esaslar, kuvvet ve başarıyla fiilen ve maddeten elde edilmişti. Konferans masasında istediğimiz, zaten kazanılmış olan hususların usulen ifade ve onayından başka bir şey değildi. Taleplerimiz, açık ve doğal haklarımızdı. Bundan başka, haklarımızı korumak ve elde etmek için kudretimiz de vardı, kuvvetimiz de yeterliydi. En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanağımız, milli hakimiyetimizi idrak etmiş ve onu fiilen halkın eline vermiş ve halkın elinde tutunabileceğimizi fiilen ispat etmiş olmaklığımızdı.”
LOZAN KONFERANSI görüşmelerine 23 Nisan 1923`te tekrar başlandı. Görüşme ve tartışmalar, özellikle anlaşmaya varılmamış noktalar üzerindeydi ve pek çetin oldu.
Bu devrede antlaşmanın hemen bütün maddeleri ayrı ayrı tekrar görüşüldü. Üç ay kadar süren İKİNCİ KONFERANSTA, birinci devrede hallolunmayan noktalar bizi tatmin edecek birer şekle bağlandı.
YUNANİSTAN`dan, zaten ödemeyeceği tamirata karşılık EDİRNE`nin istasyonu olan KARAAĞAÇ`ı aldık.
KAPİTÜLASYONLARLA ilgili adli ve iktisadi meselelerde hâkimiyet ve bağımsızlığımızla uzlaştırılamayacak bir yön kalmadı. Yalnız, beş sene müddetle tarafsız devletler tebaasından adliyemizde birkaç hukuk müşaviri ile (bunların hiçbir yürütme yetkisi yoktu. Adliye Vekili`ne rapor vermekle sorumluydular) Sahil Sıhhiyesi denilen Karantina İdaresi için üç Avrupalı doktoru, Türk memuru olarak bulundurulacaktık.
Kabotaj (sahillerimiz arasında deniz nakliyat) tamamen bayrağımıza geçiyordu. Evvelce sahillerimizde kabotaj yapan yabancı şirketlere işlerini tasfiye için iki senelik bir mühlet verildi.
Barış antlaşması tarafımızdan onaylandıktan sonra altı hafta zarfında İSTANBUL ve BOĞAZLAR`daki Antlaşma Orduları ve Donanmaları arazimizi ve denizlerimizi terk ve tahliye edeceklerdi.
Bu suretle tamamlanan antlaşma 24 TEMMUZ 1923`te imzalandı.
Esas hatları yukarıda açıklanan LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI, yeni TÜRK DEVLETİ`nin tam bağımsızlık ve hâkimiyetini bütün dünyaya onaylattıran milletlerarası bir belge ve senettir; LOZAN ANTLAŞMASI`yla OSMANLI SALTANATININ dağılmasından doğan milli devletlerin en sonuncusu olmak üzere bir TÜRK MİLLİ ve BAĞIMSIZ devletinin DOĞUM BELGESİ, bütün devletler tarafından imzalanmış oldu.
LOZAN ANTLAŞMASI`nın en bariz sıfatı budur; KAPİTÜLASYONLARIN KALDIRILMASI VE MİLLİ HÂKİMİYET VE BAĞIMSIZLIĞIN HER ALANDA TANINMASI…
BU BELGEYLE, BÜYÜK GAZİ`nin idaresinde yaptığımız (1919 – 1923) dört senelik bağımsızlık mücadelemiz, yine onun yol göstermesi sonucu milletimizin şan ve şerefine layık bir barışla sonuçlanıyordu.
Gazi Mustafa KAMAL`in nutuklarında işaret olunduğu üzere LOZAN BARIŞ ANTLAŞAMSINI bakın kendisi nasıl yorumluyor. Bugünlerde bilende bilmeyende duysun;
“Türk Milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve SERV ANTLAŞAMSI`yla tamamlandığı sanılmış büyük bir SUİKASTIN yıkılmasını ifade eden bir BELGEDİR. Osmanlı tarihinde emsali görülmeyen bir SİYASİ ZAFER ESERİDİR.” HEZİMET Mİ ZAFER Mİ DİYENLERE DUYRULUR NOKTA…
Türk milletinin bundan sonra, artık serbestçe çalışıp gelişmesine hiçbir engel kalmamıştı.
TÜRK MUCİZESİ – SİYASİ ZAFER – MONDROS – MUDANYA! – SEVR – LOZAN! TÜRK tarihinin yaşadığımız safhasında, bu dört kelime TÜRKLER için üzerinde çok düşünülmeye değer kelimelerdir. MONDROS ATEŞKESİ VE SEVR ANTLAŞAMSI`yla OSMANLI İMPARATORLUĞU, YOK OLMASI KABUL ETTİ; MUDANYA ATEŞKES ve LOZAN ANTLAŞAMASI`YLA YENİ TÜRK DEVLETİ, varlığını tanıttı.
TÜRK KUVVETİ, Sultanların ve nedimlerinin elinde MONDROS`a ve SEVR`e kadar indirilmişti;
TÜRK KUVVETİ, GAZİ`nin ve arkadaşlarının elinde MUDANYA ve LOZAN`a kadar yükseltildi.
MONDROS`a ve MONDROS`u kabul eden Sultan ve hükümetine dayanarak, TÜRK VATANININ her tarafına yayılan düşmanlar, MUDANYA ile süpürülüp denize ve TÜRK SINIRLARI dışarısına atıldı;
SEVR VE SEVR`i kabul eden SULTAN HÜKÜMETİ, TÜRK VATANINI parçalatmış, TÜRK BAĞIMSIZLIĞINI MAHVETTİRMİŞTİ;
LOZAN ise TÜRK VATANININ BÜTÜNLÜĞÜNÜ, TÜRK DEVLETİ`nin BAĞIMSIZLIĞINI TEMİN ETTİ.
Bugün bunları anlamak ve yaşatmak bu kadar zor mu? Bizler yapmış olduğumuz bu mücadeleyi nasıl yok sayarız? Bu kadar mı gaflet ve dalalet hatta ihanet içinde olabiliriz? Bunu bilen GAZİ MUSTAFA KAMAL ATATÜRK hiçbir şeyi boş bırakmayarak, NUTUK, 4 CİLT DÜNYA TARİHİ VE TÜRK TARİHİNİ BOŞUNA KALEME ALMAMIŞTIR.
KUR-AN`I KERİM`İ ARAP BOYUNDURUĞUNA BIRAKMADAN HERKESİN ANLAMASI İÇİN TÜRKÇE BOŞUNA YAPMAMIŞTIR.
EN ÖNEMLİSİ BÜTÜN YAŞADIKLARIMIZDAN SONRA TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ GENÇLİĞE HİTABE İLE BOŞUNA TÜRK GENÇLİĞİNE BIRAKMAMIŞTIR.
MUSTAFA KAMAL `in Anadolu`ya geçmesiyle başlayan, LOZAN ANTLAŞMASI`na imza atılmasıyla sonuna eren İSTİKLAL HARBİ`ne bazı AVRUPA YAZARLARI “TÜRK MUCİZESİ” adını verdiler (bizim yazar dediklerimize duyurulur, tabii ki yüzü olanlara).
Mucize; nasıl gerçekleştiği hakkıyla açıklanamayan, sebepleri tamamen tayin edilemeyen olaylara denilir.
Cihan Harbi bittiği sırada OSMANLI DEVLETİ`nin durumu hatırdan çıkarılamayacak, 1918`den 1922`ye kadar, ANADOLU`da olup geçen dört yıllık olaylar göz önünden geçirilirse, bu olayların toplamına “MUCİZE”`den daha uygun bir tabir bulunamaz.
Umumi Harp sonunda bütün müttefikleriyle beraber mağlup olan OSMANLI DEVLETİ`nin mali durumu parasızlığın son derecesine gelmiş, iktisadi kaynakların tüketilmiş, halkı, dört yıl süren büyük savaştan başka, onun öncesindeki hemen aralıksız birçok savaşla (TRABLUSGARP ve BALKAN SAVAŞALARI), iç karışıklıklarla olağanüstü yorulmuş ve kımıldayamayacak bir hale gelmiş, hükümeti ise düşmanların adeta emri altına geçmiş bulunuyordu.
OSMANLI ORDUSUNUN büyük savaş sonundaki durumu da yeni bir savaşa girmek için asla elverişli değildi. Kumanda heyetleri karışmış, çeşitli büyük birlikler arasında ilişki kesilmiş, top, tüfek, mermi, kılıç vesaire gibi teçhizatın; elbise, ayakkabı vesaire gibi levazımın en büyük kısmı sarf olunarak kalanının çoğu nakil vasıtalarının ( yol, demiryolu, vagon, araba vesaire) tamiri ve yenileştirilmesi lazımdı. Asker ve subayla, cidden dinlenmeye muhtaç bir hale gelmişlerdi. Büyük ve orta sanayiden mahrum ANADOLU`da, ordunun levazımını, özellikle teçhizatını hazırlayacak imalathaneler yoktu. Zaten OSMANLI DEVLETİ, hemen bir asırdan beri ordusunun belli başlı teçhizatını, top, tüfek ve kılıcını yabancı memleketlerde yaptırdığı gibi, topçu ve süvariye lazım olan atların da bir kısmını dışarıdan satın alıyordu. Büyük savaş sonunda bunların dışarıdan alınmasına imkân kalmamıştı; imkân olsa bile satın almak için para yoktu.
Bugün İÇİMİZDE BİZDEN GİBİ GÖRÜNEN FAKAT bu yukarıda anlattığımız tarihi hakikatleri gizleyen bir CÜRÜF oluştu. Efendim şimdi bunlar dostumuz bunu yazmayalım. Utanmadan arlanmadan “YAŞANILMIŞ TARİH DEĞİŞTİRİLEMEZ AYNI KAZANILMIŞ BİR VATAN GİBİ” NOKTA…
Kısacası OSMANLI memleketinde bağımsız bir hükümet yoktu; para yoktu; iktisadi kaynaklar kıttı; OSMANLI ORSUSUNDA ise merkezi bir kumanda heyeti yoktu, levazım ve teçhizat yoktu, bunları hazırlayacak vasıtalar da yoktu.
Bütün bu yokluklara eklenen olumsuz bir etken de OSMANLI memleketinin düşmanlar tarafından kısmen istila ve işgal edilerek, bu açıdan da hükümetin, ordunun ve kamuoyunun düzeninin ihlal edilmiş olmasıdır.
Bütün bu olumsuz etkenlerin etkisi altında bulunan bir memlekette MUSTAFA KAMAL, parasız, pulsuz, tek başına, yalnız kendisinin dehasına, irade ve kudretine ve umumi Harp`teki zaferleriyle TÜRK MİLLETİ içinde kazandığı sevgi, saygı ve nüfuza güvenerek, yeni bir devlet ve ordu kurmaya kalkıştı. Hatta bu mücadelesini OSMANLI ZABİTİ olarak da bütün girmiş olduğu savaşlarda gösterdi fakat onun gerçekleri söylemesi ve daha büyük kayıplar vermeden doğru kararlar alınsaydı daha başka olurdu. Fakat ne yazık ki; OSMANLI SULTANI VE HÜKÜMETİ, bu muzaffer kumandanı dinlemedi ve başkalarının elinde yok oluşa giderken; TÜRK MİLLETİNİ bu maksat etrafında toplandı; para buldu; asker buldu; teçhizat buldu; levazım buldu; her şey buldu…. Ve Mustafa Kamal`in 1919 senesi ilkbaharında SAMSUN`da başladığı başarısı imkânsız gibi görünen bu girişim, 1922 senesi sonbaharında, tam bir başarıyla gerçekleşti.
İŞTE “TÜRK MUCİZESİ” BUDUR. Bugünlerde birileri 15 Temmuz darbe girişiminde yaptıklarını yere göre sığdıramazken; ne olduğu belli olmayan bir süreçten geçerken;
TÜRK MUCİZESİNİ, MUSTAFA KAMAL ATATÜRK İSMİNİ, TÜRK IRKINI, İSTİKLAL MARŞINI, ATATÜRK`ÜN GENÇLİĞE HİTABESİNİ, ANDIMIZI, T.C.`LERİ NE MAKSAK VE AMAÇLA YOK ETMEYE ÇALIŞMAYI KENDİNDE BULABİLME HAİNLİĞİNDE GÖSTERMEKTEN KAÇINMAYAN YÜZSÜZLÜKTE HAREKET EDEBİLİYORLAR? HERKES HATTİNİ BİLECEK VE HERKES EMANETE SAHİP ÇIKMASINIDA BİLECEK BU ÜLKE KUPONLA KAZANILMADI… BU DA BÖYLE BİLİNE NOKTA….
TÜRKİYE CUMHURİYETİ tarihinin buraya kadar anlatılan kısmı, bu mucizenin yalnız bazı taraflarını açıklamaktadır. Fakat bu muazzam olayın şimdiye kadar açıklanamayan iki en önemli etkeni var:
Birincisi TÜRK MİLLETİ VE İKİNCİSİ GAZİ MUSTAFA KAMAL ATATÜRK…. NOKTA….
Her milletin ruhunu görüp, anlayıp açıklıkla tarif etmek çok zordur; özellikle TÜRK MİLLETİNİN RUHUNU tahlil ve tarif daha zordur. TÜRK
`ün RUHİ KUVVETİ, sınırsız irade ve metaneti, insanlık tarihinin her safhasında belirir. Bu ruhi kuvvet sayesinde, TÜRK bilinen dünyanın birkaç defa “TEK BAŞINA SAHİP VE HÂKİMİ” oldu; bu ruhi kuvvet sayesinde TÜRK, mağlup sanıldığı sıralarda, kaç defa başını kaldırıp o galipleri perişan etti; bu ruhi kuvvet sayesinde TÜRK, iki yüz yıldır mahvına çalışan ve her beş on senede bir defa artık ölüyor denilen OSMANLI – TÜRK DEVLETİ`ni yaşattı; nihayet yine bu ruhi kuvvet sayesinde TÜRK, OSMANLI İMPARATORLUĞU PARÇALANIRKEN BAŞINI KALDIRDI, DÜŞMANLARINI KOVDU VE KAZANDIĞI ZAFERLERLE KENDİNE SAĞLAM VE YENİ BİR TÜRK DEVLETİ KURDU… BUGÜNDE BU BÖYLE BİLİNE… NOKTA…
Her millet, büyük adamlar yetiştirmiştir; lakin TÜRK MİLLETİ kadar büyük devlet adamları, büyük kumandanlar yetiştiren hiçbir millet yoktur. Her açıdan bakılırsa TÜRK MİLLETİNİN YETİŞTİRDİĞİ EN BÜYÜK ADAM GAZİ MUSTAFA KAMAL ATATÜRK`tür.
MUSTAFA KAMAL, RUHU, RUHUNUN EMSALSİZ YETİLERİ, DEHASI, İRADESİ, METANETİ, KISACASI BÜTÜN MANEVİ ŞAHSİYETİYLE, BÜYÜK TÜRK MİLLERTİNİ ŞAHSINDA SOMUTLAŞTIRIR… NOKTA…
Sevgi ve saygılarımla…”TÜRK MUCİZESİ İLELEBET DEVAM EDECEKTİR… HER TÜRLÜ NANKÖR, MİRASYEDİ VE HAİNLİĞE RAĞMEN DEVAM EDECEKTİR… NOKTA… atamirasıulus… murat akbaş
KAYNAKÇA: NUTUK – 1919 -1927 – ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ – PROF. DR. ZEYNEL KORKMAZ (Bugünkü dille yayına hazırlayan)
TARİH IV. KEMALİST EĞİTİMİN TARİH DERSLERİ 1931 – 1941 TARİHLERİ ARASINDA TÜRKİYE`DE LİSE TARİH KİTABI OLARAK OKUTULURDU. – KAYNAK YAYINLARI