Değerlerden kopuşun verdiği acının en yüksek dozajda hissedildiği şu günlerde kavramların anlaşılmaması da travmalarımızın tuzu biberi oldu. “Su mu kuyunun içinde kuyu mu suyun içinde ?” Misali…

“Mükemmeliyet, eğitim ve alışkanlıkla kazanılan bir sanattır. Erdemli veya mükemmel olduğumuz için doğru davranmayız; doğru davrandığımız için erdemli veya mükemmel oluruz. Mütemadiyen ne yapıyorsak, oyuz. O halde mükemmellik bir davranış değil, bir alışkanlıktır.”

“İyi davranış kalıpları erdemleri,

Kötü olanlar ise kusurları doğurur. “    Aristoteles

İnsan bilindiği gibi en ayrıcalıklı yaratılmış canlı bir varlıktır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelikleri ise, düşünme ve bunu dile dökme yeteneklerine sahip olmasıdır. Ancak kendisine bahşedilmiş olan bu yeteneklerini, insana yakışır biçimde kullanabilmesi için bir insanın, “insani değerler” adı verilen bazı değerlere sahip olması ve bunlar ışığında hareket etmesi beklenir.

Aslında bunlara “insanı insan kılan değerler” demek daha yerinde olur. Çünkü ancak insani değerlere sahip olan bir insan, çevresine ve diğer canlılara duyarlı, özellikle çocuklara saygılı, insanlara karşı hoşgörülü, adil, dürüst ve alçak gönüllüdür. Bununla birlikte verdiği sözü yerine getirmeye özen gösterir. Ayrıca ailesi içinde ebeveyn rolündeyse eşi ve çocuklarını koruyan, kollayan ve çocuklarına iyi örnek olmayı ilke edinen ve bunu uygulayan bir davranış gösterir.

Bizler sonuçları değiştirmek için davranış ve eylemler üzerine yoğunlaşıyoruz, yani elde ettiğiniz sonuçtan memnun değilsek, ona yol açan davranış ve eylemleri değiştirmeye çalışıyoruz.Ancak altında yatan düşünce değişmeden, davranış/eylem gerçek anlamda değişmiyor. Belki geçici bir süre için baskılanıyor ama bir süre sonra eski haline dönüyor.

Kuralların yok sayıldığı, insani ve mesleki değerlerin önemsenmediği; vicdanın körleştiği bir toplumun ve ülkenin geleceği karanlıktır.

Günümüzde bu değerlerin yok olduğu ya da etkisini kaybettiğine ilişkin olaylara her gün tanık olunmaktadır. Gazetelerde ve ekranlarda sürekli izlenen aile içi şiddet, trafikte ölümle sonuçlanan tartışmalar bunlardan bazılarıdır. Kreşlerde ve çocuk yuvalarında savunmasız çocuklara ve bebeklere uygulanan sözel ve ruhsal şiddet, istismar, çocuklara hırsızlık, dilencilik yaptırılması ve onların tehlikeli koşullarda çalıştırılması, çocuk hırsızlığı ve satışı, çocuk yaşta evlilikler, başlık parası insani değer kayıplarının çocukların payına düşen zararlarıdır.

Sevgiden ve gerçeklikten uzak sıradan davranış kalıpları esir almaya başladı hepimizi . Tek derdimiz bireysel çıkarlarımız ve saplantılı egolarımızın tatmini …

Dijitalleşmeyle birlikte gerçeklik algılarıyla oynanan ve hakikatle arası yapay oluşumlarla perdelenen insanlık, bambaşka ilişki biçimleri, hayat tarzları, davranış kalıpları ve inanç sistemleriyle örülü büsbütün sanal bir dünyaya doğru büyük bir hızla yol alıyor.

Buradaki asıl büyük sorun ise insanın gelecekte de fıtratıyla barışık kalmasını sağlayacak değerlerin, teknolojinin gölgesinde ve hatta gerisinde kalmasıdır. İnsanın, varoluşunu anlamlandıran birçok özgün ve kadim değerinden farkında olmadan vazgeçmesidir.

Nitekim bu süreçte birçok insanî değerin daha çok kazanma, daha fazla tüketme ve daima eğlenme ihtirasınin gölgesinde kaldığı yadsınamaz bir gerçektir.”

Her şeyin tümden hiçliğe doğru sürüklendiği bir sosyal çürüme gerçekliği. Hiç bir kuvvetin bir noktadan sonra önüne geçemeyeceği bir sosyal çürüme.

Elimizde var olan kurumlar başta olmak üzere hiçbir mekanizma, yaşadığımız dönüşüme karşılık verebilecek bir donanıma sahip bulunmuyor. Çıkarttığımız ama uygulayamadığımız yasalarımız, suç ve suçlular karşısında çaresiz kalıyorlar. Aslında asıl mağduriyet yaşayanlar, ülkenin kanunlarından yana tavır alan ve kurallara uygun yaşama hasleti ile yetiştirilenler.

Kuralsızlığı kural kabul edenlerin bu hallerine asıl sebep ise suç ve ceza ilişkisindeki eşitsizliktir.

Adalete olan inancımız azaldıkça, birbirimize olan yaklaşımlarımızda da büyük bir değişim yaşanıyor. Kimsenin bir diğerine güvenmediği buna karşın güveniyormuş gibi yaptığı bir sahte gerçeklik içerisinde sürekli olarak rol yaparak yaşamak durumunda kalıyoruz. Fırsatını bulanlar içinden bulundukları daireden kurtulabilmek için ellerinden gelen her türlü olanağı kullanma yoluna gidiyorlar. Fenomenler, YouTuberler, Güzelik uzmanı diye nam yapanlar…

“Gemisini yürüten kaptandır, Benim memurum işini bilir, Amaca giden her yol mübahtır” vb. Gibi onlarca cümleye eşlik eden bir yozlaşma karşısında hem iyilerin hem de iyiliğin işi bir hayli zor. Ülkemizdeki herkes daha iyi koşullarda yaşamak istiyor, buna karşın emek harcamak, çalışmak, gibi değerler ise kimsenin umurunda değil. Asıl önemli olan nasıl olursa olsun ‘yırtmak’. Daha iyi evlerde oturmak, daha lüks arabalara binmek, daha güzel kadınlarla/erkeklerle birlikte olmak ve gücün yarattığı etki ile etrafımızdakileri dize getirme arzusundayız.

Kişisel güç ve iktidar yolculuğumuz sırasında ise başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere önümüze çıkan herkesi yıkıp geçme gibi de bir alışkanlık giderek kök salıyor.

Toplumsal çıkarlar, kişisel ikbal uğruna kolayca harcanıverir. Böylesi bir toplumsal iklimde ise ne hayatın ne de ölümün değeri ve anlamı sorgulanabilir bir haldedir.

Aynı nedenler, aynı davranış kalıplarını, aynı davranış kalıpları aynı sonuçları getirir.

Adaletin, toplumda önde gelen değerlerden biri olduğu halde, tartışılır duruma gelmesi, insanlarda güven kaybına neden olmuştur. Bunların sorumlusu da yine insandır. Diğer bir deyişle mağdur da, mağdur eden de, idari sorumlu da, idare edilen de, hizmet veren de, hizmet alan da insandır. Denilmek istenilen o ki; tüm insanlar, tüm olanlarda bulundukları konumlarda kendi rollerini oynamaktadırlar. Ülkedeki şiddet olaylarına bakıldığında yine insan faktörü etkindir. İnsanın şiddetle ilişkisinin pek çok nedeni olduğu bilinmektedir. Bilindiği gibi insan genetik mirasla doğar. Çocukluğunda annesine vurarak şiddet girişiminde bulunan çocuğa eğer bu girişimin onaylanmadığı, bir biçimde belirtilirse, bu davranış pekişmez ve söndürülür. Aksi halde bu eğilim ileri yaşlara taşınabilir.

Hiçbir davranış tek başına gerçekleşmez. Her eylem bir sonraki davranışı tetikleyen bir işarete dönüşür.

 İçine dolmasına izin ver... Sevgiyi hak etmediğimiz, eğer sevilmeyi kabullenirsek yumuşayacağımız, güçsüzleşeceğimiz duygusuna kapılır. En doğrusunu Levine adlı bil bilge söylemişti bence. “Tek akılcı davranış sevgidir.”

Mitch ALBOM

(Öğretmenim Mori’yle Salı Buluşmaları)

Olumlu bir benlik bilinci geliştirebilmemiz için koşulsuz sevgi içinde yetişmemiz gerekir. Koşulsuz  sevgi, birey ne yaparsa yapsın onun sevgi ve saygıya layık olduğunu kabul eden anlayışın ürünüdür. Bizim bazı davranışlarımız yanlış olabilir ve bu nedenle cezalandırılabilir, ancak insan olarak biz yaptığımız hataların ötesinde her zaman sevilmeye ve sayılmaya değer yaratıklarız. Davranış cezalandırılır, fakat birey sevilir ve sayılır. Bu anlayış içinde anne-babalar, çocuklarına “Yaptığın davranışın kötüydü, onun cezalandırılması gerekir, ama unutma ki sen benim gözümde hataların ötesinde değerli bir yaratıksın, seni seviyorum ve sayıyorum” biçimde yaklaşmalıdır.

“Bilakis, kim güzel niyet ve davranış sahibi olarak kendini Allah’a teslim ederse Rabb’inin katında onun mükafatı vardır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.”  (Bakara: 112)