DÜNYA NÜFUS ARTIŞI

Böyle bir bilimsel araştırmayı yazmak, şüphesiz çok iddialı bir işti. Ama bilgin dostlarla meslektaşlarımdan bol bol yararlanabileceğime güvenerek işe başladım ve doğrusu onları iyice de sömürdüm.

Dünya, hayat dediğimiz ince bir maddî zarla örtülüdür.
Bu zar son derece incedir. Bu öylesine ince, yumuşak ve hassas bir zardır ki, en ufak
bir semavî hareket onu bir anda yok etmeye yeter İnsan ise bu ince, canlı örtünün bir parçasıdır. Ama çok geç zuhur etmiştir. İnsan ortaya çıktığı zaman böcekler 450 milyon yaşında idi. Çenesiz balıklar 400 milyon, akrep 350 milyon, iskeletli balıklar 300 milyon, amphibiicr 270 milyon, sürüngenler 250 milyon, kanatlı böcekler 225 milyon, çekirgeler 215 milyon, kuşlar 140 milyon, keseli hayvanlar da 80 milyon yaşında idiler

Dünya nüfusunun, M.Ö. 10.000 yıllarında, Ziraat Devrimi başlarken 2 ilâ 20 milyon arasında olduğu biliniyor. Sanayi Devrimi’nin başında, M.S. 1750 yılında, bu miktar 650 ilâ 850 milyon arasında bulunuyordu.

 Sanayi Devrimi ile birlikte karşımıza çıkan tam bir nüfus patlamasıdır. İnsanoğlu, doğa üzerinde kurduğu hâkimiyet sayesinde elde ettiklerinin önemli bir bölümünü, böylece bir kere daha sayıca çoğaltmaya yöneltmiş oluyordu. Bu patlamanın sonucu ne oldu ona bakalım.

1750 de dünya nüfusu toplam olarak 650 ile 850 milyon arasında bulunuyordu. 1850 de bu miktar 1,100 ile 1,300 milyon arasında idi. 1900 yılında 1600 milyon civarına yükseldi. 1950’de 2,500 milyona yaklaşmış bulunuyordu. 1960’da 3,000 milyonu aşan bu miktar, hâlen her zamankinden daha hızlı biçimde artmağa devam etmektedir.

Yıllık ortalama artış oranı, 1850 - 1900 döneminde % 0.7,1900-1950 döneminde ise %1 civannda idi. Bu oran 1950 - 60 arasında % 1.8’e, 1965 - 70 döneminde % 2 civarına yükseldi. Dünya nüfusuna her yıl net olarak 68 milyon insan katılmaktadır. Dünya nüfusunda yakın zamanlarda kaydedilen artışı uzun nüfus patlaması dünyanın her tarafında başlamış değildir.

Önce Avrupa’da başladı, çünkü Sanayi Devrimi orada doğmuştu. 1750’lerde Avrupa’nın nüfusu, Avrupa Rusya’sı dâhil, 145 milyon civarında idi, 1850'de 265 milyona, 1900’lerde 400
milyona, 1950’de de 550 milyona yükseldi.

Avrupalılarım dünyaya yayılması, modem zamanların ve belki de bütün insanlık tarihinin en büyük nüfus hareketi olmuştur, şimdi daha iyi anlıyoruz ki "artan Nüfusun beslenmesi" ne tek mesele, ne de çözümü en zor olanıdır. Dünyanın nüfusu arttıkça, karşımıza çıkan güçlükler bu artışa oranla daha da büyük boyutlar kazanmaktadır.

Tıp ilmi ve kamu sağlığı alanında son yüzyılda o kadar büyük başarılar elde edildi ki, salgın hastalıklarla mücadele konusunda kendimize gereğinden fazla güvenmeye başladık. Oysa hiç beklemediğimiz bir anda yeni, alışılmadık öldürücü salgınlarla karşılaşmamız hiç de imkânsız değildir. Bu değişmelerin ne denli önemli olduğunu anlamamız pek de zor olmayacaktır, çünkü biz de bu geçiş çağlarından birini yaşıyoruz.

Üç kuşak önce, yeryüzünde yaşayan insanların üçte ikisi köylü idi. Üç kuşak sonra ise insanların ancak üçte biri kırsal alanlarda kalacaktır. Sanayi Devrimi bütün yeryüzünü kaplamak üzeredir.

Değişmenin,

Bütün canlıların ortak özelliklerinden biri üreyebilmeleridir. "Üreyebilme kapasitesi"' veya "Biyolojik Artış Potansiyeli" olarak adlandırdığımız, "Bir türde görülebilecek en yüksek üreme kapasitesi" bakımından canlıların üreyebilme kabiliyetleri farklıdır. İnsan genelde bir yavru yapabilmektedir.

İnsan canlıların en az üreyenlerinden birisi olmasına rağmen, dünyadaki insan sayısı hızla artmaktadır. Dünya nüfusunun artış seyri "geometrik dizi “deki rakamlar gibidir. Yani 2,4,8,16,32,64... şeklinde artmaktadır.

Memleketin birinde satranç ustası bir padişah varmış. Padişah önüne kim çıkarsa mat edermiş. Yalnız padişah gerçekten ustaymış. Rakipleri onu yendiklerinde "götürün şunu!" feryadıyla karşılaşmayacaklarını, aksine ödüllendirileceklerini bilirlermiş. Sarayda ve yakın çevrede kendisine rakip kalmayınca, ülkenin dört bir yanına tellallar gönderip, usta oyuncu arar olmuş. Bir gün aksakallı yaşlı birisi, bastonuna dayanarak saraya gelmiş ve padişahla satranç oynamak istediğini söylemiş.

Uzun ve zorlu bir oyundan sonra padişahı yenmiş. Rakibinin ustalığına hayran kalan padişah, onu dilediğince ödüllendirmek istemiş. Ulu koca, önce padişahın zenginliğini dileyip, hiçbir şey almak istemediyse de, padişah diretmiş. Bunun üzerine bilge yaşlı "İlle de bir şey verecekseniz buğday isterim. Şu satranç tahtasını ilk karesinin hakkı bir buğday olsun, ikinci kare onun iki katı, ondan sonraki karelerin hakkı bir öncekinin iki katı kadar buğday isterim" demiş.

Padişah, yaşlı adamın tok gözlülüğüne gülmüş ve arzusunu hemen kabul etmiş. Avucuma doldurduğu buğdaylardan ilk dört karenin hakkını ayırmış. Birinci kareye 1, ikinci kareye 2, üçüncü kareye 4, dördüncü kareye 8, beşinci kareye 16 buğday koyarak kareleri doldurmuş. Vezirlerine diğer karelerin haklarını tamamlamalarını emretmiş. Onuncu karenin hakkına 512 buğday, 15. kareye 16384 buğday düşmüş. 21. karede sayı bir milyonu aşmış. Buğdayları artık sayıyla değil, okkayla tartıyorlarmış. 40. kareye, 21. karenin bir milyon katı buğday gerekmiş. Tüm saray halkı harıl harıl buğday hesaplamakla uğraşır olmuşlar. Masal bu ya, 63. kareye gelince, sarayın buğday stoklarının yarısı boşalmış.

O zaman padişah, nasıl bir oyuna geldiğini anlamış, geometrik artışın gücü padişahın kafasına dank etmiş. Öyle ya, 64. karenin hakkını vermek için sarayın bütün buğday stoklarını boşaltması gerekecek. Yaşlı bilgeye dönerek "Ulu koca, beni bir kere daha mat ettin" demiş. Yaşlı bilgenin amacı padişahın bütün buğdayını götürmek değil, padişaha ders vermekmiş. Köylüsüne yetecek kadar buğdayı almış, padişahın eteğini öpmüş ve köyünün yolunu tutmuş...

Bu geometrik artışın korkunçluğunu ifade etmek için anlatılan bir hikâyedir. Geometrik artışın olması için mutlaka hikâyedeki gibi sayıların her defasında ikiye katlaması gerekmez. Belli bir yüzdeyle (% 1, % 2, % 3 gibi) artması yeter. Yalnız artış oranı düştükçe, rakamın ikiye katlanma süresi uzar. Bir süre sonra rakamlar giderek çığ gibi büyür. Padişah da pek çok kişinin düştüğü yanılgıya düşüp, geometrik artışta belli bir süre sonra sayıların astronomik rakamlara varabileceğini düşünmemiştir. Bu yüzden geometrik artışa sinsi bir artış gözüyle bakabiliriz. Bileşik banka faizleri bu çeşit bir artışın güncel bir örneğidir. Kredi kartı kullananların yaşadığı sorunların temelinde bu artışın olduğunu liselerde matematik problemleri çözenler bilirler.

Fakat rakamlar büyüdükçe artış miktarı da artmaktadır. Sözgelimi, %2'lik artış hızına sahip bir 1.000 kişilik nüfus topluluğunun artışı 20 iken, 1.000.000 kişiden oluşan insan topluluğunun 92 artışı 2.000 kişidir. Rakamlar büyüdükçe artış miktarı atağa kalmaktadır. İşte bu atağa geçiş safhasına demograflar "gafil avlanma" demektedirler.

Bu örnekleri dünya nüfusuna uygularsak; tabiidir ki dünya nüfusu % 50'ler oranında artmıyor. Dünya nüfusunun son yıllardaki ortalama artış oranı % 1,7 veya %0 17 civarındadır. Bu rakam, geçmişte daha da azdı.

Dünya nüfusu da 1900'lü yıllara kadar çok yavaş artmış, fakat daha sonraki yıllarda nüfus artış hızı şiddetlenmiştir. Dünya nüfusunun ikiye katlanma süresi önceleri 2000 yılda gerçekleşirken 1950-1990 arasında 40 yıla inmiştir

Birleşmiş Milletlerin raporlarına göre, 2050 yılında dünya nüfusu 10 milyarı aşacak ve bu durumda şehirlerde hayat yaşanmaz hale gelecek, içecek temiz su bulunmayacak, iletişim vasıtaları çalışamaz duruma düşecektir. ABD'nin Milli İlimler Akademisi'nde yapılan bir araştırmaya göre ise, dünyadaki nüfus artışı bugünkü hızla artmaya devam ederse, 2075 yılında ulaşılacak olan nüfus sayısı 30 milyarı bulacaktır.

"The Economic History of World Population (Dünya Nüfusunun Ekonomik Tarihi)" adlı eserde şunları yazıyor: " Birleşmiş Milletler İktisadî ve Sosyal İşler Şubesi'nin belirttiği gibi, dünya nüfusunun 2,5 milyara ulaşabilmesi için 100.000 yılın geçmesi gerekmiştir. Oysa bu sayıya 2 milyar kişinin daha eklenmesi için sadece 30 yıl yeterli olmuştur. Bu artış hızı devam ettiği takdirde 600 yıl sonra yeryüzünde kişi başına sadece m2 lik yer düşeceği hesaplanmıştır. Böyle bir sonuca ulaşmanın mümkün olmadığı, dünyamızın bunu kaldıramayacağı açıktır. Bunu önleyecek bir şeylerin vuku bulması mukadderdir." demektedir. Gerçekten ilk insanlardan 1950'lere kadar dünya nüfusu 2,5 milyara yükselmiştir. Fakat 1980'li yıllarda dünya nüfusu 4,5 milyar, 1990'lı yılların sonlarında 6 milyara ulaşmıştır.

Bu konuda herkes değişik senaryolar yazabilir. Fakat yazılacak bütün senaryoların Dünya nüfusunun ortalama artış hızı olan %1,7'lik artışla dünya nüfusuna her yıl yaklaşık 97 milyon insan eklenmektedir. Bu artış dünya ekonomistleri, ekologları, demografları ve siyasetçileri arasında endişe, hatta korku yaratmaktadır.

Dünya nüfusu nereye kadar artabilir?

Dünya ne kadar insanı besleyebilir?

Acaba her şeyde olduğu gibi dünyamızın da taşıma gücünün bir sınırı var mıdır, varsa ne kadardır?

Her şeyin aşırısı olduğu gibi nüfusun da aşırısı var mıdır?

Aşın nüfuslanma noktasına vardığımızı nasıl anlayacağız?

Anladığımız anda ne gibi tedbirler alabilir, çareler üretebiliriz?

Bu gibi birçok soruya cevap bulmak, sanırız ki hiç de kolay değildir.

Bu konuda eko loğlar şöyle diyorlar: Nüfus arttıkça baştaki yiyecek bolluğu azaldı. Yem azaldıkça beslenmek ve hayatı devam ettirmek zorlaştı. Kaynaklar azaldı Bireylerin vücut dirençleri düştü ve hastalıklardan ölümler çoğaldı.

Herhangi bir ülke veya bölgede ekonomik ve sosyal sorunlar ne kadar fazla ise, orası o kadar aşırı nüfuslanmış demektir

Dünyanın üç ülkesini karşılaştıralım: Hollanda'da 1 km2 ye 443 kişi, Türkiye'de 82 kişi, Somali'de 13 kişi düşmektedir. Ülkemizde çok şükür açlıktan ölen yok.

M.Ö. 4000'li yıllarda Mısırlılarda Konfüçyüs (Konfüçyüs ve bazı Çinli filozoflara göre, fazla nüfus artışı, işgücü verimliliğini kısıtlayan ve kitlelerin yaşama düzeyini olumsuz etkileyen bir faktördür. Bu itibarla nüfusu yoğun yerlerden az yoğun yerlere doğru nüfus aktarılmalıdır. Bu dengeyi sağlamak devletin birinci derecede görevidir.

 Platon, Aristo ( Bu iki filozof, toplumların kendilerini savunmaları ve ekonomik yeterliliklerini sağlamaları için belirli bir nüfusa sahip olmaları gerektiğini savunmakla beraber, anayasal bir hükümet biçiminin uygulanabilmesi için nüfusun fazla büyümemesi ve ailelerin nüfus sayısının sınırlanmasını istemişlerdir. İbn Haldun bu konuda görüşlerini belirtmişlerdir.

Fakat yukarıdaki sorulara ilmi bir yaklaşımla cevap arayan ilk bilim adamı İngiliz Thomas Malthus (1766 - 1834) olmuştur.

 1789 yılında yazdığı "Toplumun Gelecekteki Gelişmesine Etkileri Açısından Nüfus Üzerine Bir Deneme" adlı makalesinde kısaca şöyle demektedir: "Nüfus geometrik diziyle artarken, gıda maddeleri aritmetik diziyle artmaktadır. Eğer tedbir alınmazsa gelecekte insanlar açlık tehlikesiyle karşılaşacaktır."

Bu bilim adamlarını endişelendiren, şu andaki dünya nüfusunun artış hızı, dağılışı ve gösterdiği gelişmelerdir. 1965 yılında 3,3 milyar olan dünya nüfusu aradan sadece 25 yıl geçmesine rağmen 1990 yılında 5.2 milyara, 2000 yarında da 6 milyara yükselmiştir. Bu artışın yanı sıra sorunun bir başka boyutu dünya nüfusunun dağılışıdır. Günümüzde dünya nüfusunun sadece bir milyar kadarı gelişmiş ülkelerde yaşarken, geri kalan 5 milyardan fazla insan az gelişmiş veya geri kalmış ülkelerde yaşamaktadır. İşin garip yanı, gelişmiş ülkelerde nüfus artışı ortalama % 0,5-l arasında değişirken, az gelişmiş ülkelerde % 2, geri kalmış ülkelerde % 2.5-3 civarında gerçekleşmektedir.

Dünyada her dakika 235, her gün 334.000 insan doğmaktadır. Buna karşılık dakikada 93, günde 134.000 insan ölmektedir. Buna göre doğumlar ölümlerin iki mislidir. Doğumların % 74'ü az gelişmiş ülkelerde meydana gelmektedir.

20.Yüzyılın başlarında gelişmiş ülkeler dünya nüfusunun % 40 kadarını oluşturuyordu. 1950'lere gelindiğinde bu oran % 35'e, 1980'li yıllarda % 25'e, 1990'da % 20'ye, 2000 yılında % 15 düzeyine inmiştir.

Halen ABD'de dünya hammaddelerinin yarısı işlenmektedir. Düşününüz ki, dünyanın 1/ 20'sini oluşturan nüfus hammaddelerin yarısından daha fazlasını kullanıyor

Örneğin, Türkiye'nin nüfus artış hızı %l,8'dir.70'i 1,8'e böldüğümüzde çıkan 38 rakamı ülkemizin nüfusunun ikiye katlama süresidir. Yani, 2000 yılında Türkiye'nin nüfusunu 68.000.000 kabul edersek ve nüfus artış hızının sabit kalacağını varsayarsak 38 yıl sonra yaklaşık 136 Milyon olacaktır.

Tedbirler alınmalı ve yapılması gereken ne varsa yapılmalı gelecek olan nesillere bizlerde yaşadığımız gibi yeni imkânlar kaynaklar bırakmalıyız ki neslimiz asırlar boyu devam etsin varlığınız her daim yeryüzünde var olsun

Saygılarımla

İstanbul Times Gazetesi  -  Ömer Kantemür

Kaynak:

***6 Savaş. Kutlu, (1972), Nüfus Politikası ve Türkiye, Ankara, Ankara Ticaret Odası Dergisi, No. 7-8. 7

*** Fehmi, Baykan, (1973), Teori ve Politika Açısından Nüfus Politikaları Kontrolü, Ankara, H.Ü.N.E.E. Dokümantasyon Merkezi, s. 10. 8 Baran, Tuncer, (1976), Ön. Ver. S.29.

*** Gelişmiş ülkeler grubuna ABD, Avrupa Birliği ülkeleri, Japonya, Kanada, Avustralya dâhil edilmektedir. 'Yılmaz, Muslu, (1985), Ön. Ver. S. 26.

*** . 10 R. Ehrlich, Paul, (1976), Nüfus Bombası, Ankara. ( Çevire Nurullah Tolon) s. 8.

*** Saraç, H. (1997), Ekonomik ve Sosyal Boyutuyla İslâm'da Nüfus Politikası,

Sergün, Ü. (1992), Yeryüzünün Nüfuslanması Sürecinde Gelişme Evreleri, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Dergisi, Sayı 3.