Kocaman yazılan harflerin sesleri yankılanıyor boş koridorlarda. Balon misali naralar, verilip tutulmayan sözlerin acıttığı canlar…
Sahi kaç cümleye nefes yetmiyor? Hesapladınız mı? Kaç cümle yarıda kalıyor?
Alfabedeki çocukların bir araya gelip oluşturmaya korktukları sözcükler, ne kolay döküveriyor insanın ağzından.
Ne anlattığımız değil; nasıl anlattığımız, ne yazdığımız değil; nasıl yazdığımız, ne söylediğimiz değil; nasıl söylediğimiz önemliydi hani!
Cemil Meriç’in, “Üslubun kimliğindir” sözünü savunuyorduk hani!
Birey, devrik cümleleri düzeltmek için uğraş veriyor, düzelttiği cümlelerin kurallı oluşuna saygı duyarak dışa vuruyor ve bu şekilde üslubun düzelebileceğini savunuyor.
Bu kadar kolay mı?
Sorununkelimelerin yerlerini değiştirerek çözüleceğini zannediyorlar. Hâlbuki yapılması gereken, kelimeleri farklı seçmek!
Kurallı, güzel cümle kurmak; güzel üsluba sahip olunacağı anlamına gelmiyor. Ne söylenildiğine odaklanıp, nasıl söylendiği yine arka planda kalıyor. Yine söz, özden önemli hale geliyor.
Bu durum neden yaşanıyor peki?
İnsanların yaklaşım şekillerinden. Vicdanlarının devreden çıkmalarından…
VİCDAN!
Evet, kiralık vicdanlar topluluğuna döndük. Vicdanı olmayan geçici süreliğine kiralıyor. Süresi dolunca da terk edip kenara çekiliyor.
Bu durumu birkaç dakikalığına kabullenip devam edelim değerlendirmeye.
Sahi neden yaşıyoruz sordunuz mu hiç kendinize?
Kulak çınlatan gürültülerden, “fakir dilekleri” diye adlandırılan tanımlamalardan evrenin boşluğunda savrulan bedenleri sayıyorum. Sayıyor, sayıyor, sayıyor...
İçli içli susmalar, kinli kusmalar.
Dört tarafı denizlerle çevrili güzellik şimdi yangın yeri. Suyun üzerinde bir köz! Git gide alev alıyor.
Normalleştirilmiş kötülüğün izleri, arzulaştırılmış beyinlerin dışa vurumunda gizli.
Kendi kendimize yarattığımız ikilemlerin cezasını suçu olmayan garip diye nitelendirdiğiniz insanlara yıkmak peki?
Olması gerekene değil; olana inandırıyor insan kendini.
Loş vakitlerin değerini, yalnızlıklar katında gerçekleştirdiği isyanının ardından anlıyor.
Bu kadar soru soruyoruz da sorduğumuz soruların cevabını alabiliyor muyuz? Alamıyoruz. Nedeni peki? Çünkü birilerinin konfor alanını terk etmesi birileri için imkânsız.
Toplum birbiri ardına gizlenmiş, kendi karakterini gizlemiş.
Yanılgılarına son veremeyen; yazgılarıyla yüzleşiyor.
Üsluptan bahsederken buralara geldik. Neden? Çünkü toplum yaşanmışlıklarını hayatına işliyor. Dışa vurumu da iletişimiyle paralel ilerliyor. Bu nedenle vicdansız olma durumu yaşanmışlıklara zincirleniyor, yaşanmışlıklar da üsluba kilitleniyor.
Ve insan, bu sebeplerden dolayı iletişimini farklı kuruyor. Kurmaya çalışıyor. Bocalıyor. Başta belirttiğim kurallı cümle sorunu da buradan kaynaklanıyor. Kişi sistemin içinde yaşadıklarının etkisiyle konuşmakta iletişimde zorlanıyor. Düzeltmenin de güzel cümleler kurarak olacağından geçtiğine inanıyor. Böylece yine bir hatalar zinciri…
Her ne kadar kabul etmesek de gerçeği çarpıtan bir mercek mevcut. Sistem aptal bir toplum yaratma eğilimde olduğu için toplumun içinde çıkan çatışmalar, üslup kaymaları, vicdan muhasebeleri ve daha birçok sorun… Tüm bunlar sistemin düzenini bozmaz. İşini kolaylaşır. Netice toplum kilitlenmeyi beceremez ise sistem bir o kadar iyi işler. Bölünmeyi sağlayabildiğini var sayarak yoluna devam eder.
Olması gerekeni değil, olanı kabul ettiğiniz sürece toplumdaki çıtırdamaların sonu gelmeyecektir. Çıkan sorunlarda koca bir zincir oluşturmaya devam edecektir. Nasıl yaşanmışlıkları vicdansızlığa; vicdansızlığı üsluba bağlıyorsak bu gibi sıralamalar her geçen gün katlanarak devam edecektir ki şahit oluyoruz.
Bu yazıda yalnızca vicdan örneğinin yarattığı olumsuzluktan bahsettim. Toplumu bölen, ayrıştıran diğer sorunlara henüz değinmedik bile… (Sırada onlar da var.)
Herkes kendi içindeki sonsuzluğun bilinde olup sistemsel köleliğe körleşirse şayet bu zincirin halkaları da o vakit değişecektir.
Velhasıl;
Aptallaştıkça zenginleşen toplum, bilinçlendikçe fakirleşir.
KAYNAK:İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA)
Hande Balcan