Birisi dünyayı beşiğe yatırmış

Sallayıp, uyutmuş gibi...

Huzur desen diz boyu.

Kimse yaklaşmasın!

Ağaç ağaca sohbet edeceğiz.

İriydi bedenim. Sesim soluğum çıkmazdı. Saçlarıma rüzgâr vurdukça her bir teli uçuşurdu. Rüzgâra direnemeyenler bir bir dökülürdü. Nefes aldığım zamanlarım hep güzel geçti. Kuşlar konardı dallarıma. Şarkılar söylerdi. Dertlerini bir valize sığdırmış delikanlı gelir otururdu gölgeme. O anlatır, koca orman şahit olurdu. Haykıramadan ağlardık. Eşlik etmek için budaklarımızı sallardık. Sonra o üşürdü. Kalkıp, “Ne estiniz be!” deyip giderdi. Böylesine kuramazdık iletişimleri.

Aylar sonra valizinden dertlerini çıkartıp gelmişti. Bu defa dertleri yerine baltalarını koymuştu. Gölgeme oturup, düğümlenen duygularını çözmeye gelen adam bu kez duygularımı düğümleyecekti. Baltayı gövdeme vurdu defalarca. Nefesimi kesti. Haykırışlarının duyulmaması, hissedilmemesi diyorum. İnsanlar yine iyi niyete gölge düşürdüler.

Zaman: Başka bir zaman

Duygulara tutunamadığımda, ruh halime uygun şarkı bulamadığımda ne yaparım diye içli içli söylenirken kendime, üzerimde yapraklarım değil, balta vuran eller vardı yine. Ağaç olmaktan çıkıp, çoktan masaya dönüşmüşüm. Düğümlenen duygularımdan soyutlanıp, derin bir rüyaya dalmışım meğer. Başka bir zamanda uyanmışım.

***

Bulutların güneşle itiştiği yeni bir gün. Onların kavgasıyla aşağıdan yukarıya bakan asık yüzler. Memnuniyetsizlik hat safhada. İnsan, adımını sokağa attığından ilk isyanı havadan olmuyor mu? Sonra dilden dile... Gün sonuna kadar tüm dert hava ile. Travmalar bileşkesi gibi...

Koca ormanda piknik yapmaya gelenlerden duyuyoruz, görüyoruz tabii bunları. Asık yüzleri, çevreye olan duyarsızlıkları...

Gövdemin dibine iliştirirdi sarı saçlı küçük kız çöplerini. Annesinden öğrenirdi böyle hakaretleri. Yine aylar sonra piknik sepetlerinde ekmek, peynir yoktu. Balta, keser vardı. Gölgeme iliştirdikleri çöpleri küçük kız ayaklarıyla tekmeledi. Nefesimi kesecek olan babasıydı. Bana her vuruşunda küçük kız kahkahalara boğuluyordu. Vicdansız olmak da böyle öğretiliyormuş demek. Ben de ölürken bunu öğrendim.

Zaman: Başka bir zaman

Yapraklarımı savurmak istediğim fakat savuramadığımı fark edip muhakemesini yapmam ile tekrar kendime gelmem bir oldu. Meğer ağaç olmaktan çıkıp, kaleme dönüşüvermişim, haberim olmadan. Yine sayıklamalarla kaplı, derin bir rüyaya dalmışım. Başka bir zamanda uyanmışım.

***

Dağ havası burnumda buram buram. Burada dünyayı biri beşikte sallamış ve uyutmuş gibi. Burada huzur desen diz boyu. Bu ne sessizliktir yahu! Kimse yanaşmasın. Ağaç ağaca sohbet edelim biraz. Sulu boyayı etrafa saçarsın, kendiliğinden güzelleşiverir ya hani. Öyle bir güzellik var görüş açımda. Yaklaşmasın demem ile kalabalık oldu bile. Bu kadar insana ne gerek vardı? Arkeolog grubu gibi yaklaşan insan topluluğu yaklaşıyor. Herhalde araştırma yapacaklar diye düşündük. Çok geçmeden öğrendik ki bir şirket altın madeni çıkartmak için gelmiş yanımıza.

Zaman: Başka bir zaman

Yanıma baktığımda bir bir giden dostlarımın acısıyla savaşırken farkına vardım, teker teker eridiğimizi. Meğer ağaç olmaktan çıkıp, şirketin ele geçirdiği, yavaş yavaş gerçekleştirdiği betonlaşmaya doğru gidiyormuşuz. Bu kadar kötü niyetli değildim, insanlar eyleme gelince farkına vardım. Derin bir rüyaya dalmışım yine. Başka bir zamanda uyanmışım.

***

Kâğıt, masa, kalem vs. olmak değil de bir hiç uğruna başkalarının çıkarları için yok edilmek acıtıyor canımızı. Bizim canımızı gölgemize oturan delikanlının dertleriniz dinlerken, kalkıp “ne estin be!” deyip kızması acıtıyor. Bizim canımızı gölgemize attığı çöplerle annesinin “aferin benim kızıma, nasıl da yardım ediyor annesine” cümlesinden sonra sevinen küçük kız, gurur duyan annesi acıtıyor. Küçük kızın babası nefesimizi keserken, kızın kahkahaları acıtıyor. Bizim canımızı ağaçlara, hayvanlara, ormanlara zarar veren insanlar acıtıyor.

Bizim canımızı, mutlu uyanıp başka bir zamana mutsuz uyanmak acıtıyor.

Ağaçları, ormanları yok etmek geleceğin mirasına zincir vurmaktır. Asıl yenilgi sizin kazanmak için çıktığınız yollarda haksızlığınız ile yüzleşirken yüzlerinizin kızarmamasıdır...

Sizin meziyet diye yaptıklarınız, ormanların eziyeti oluyor.

“İnsanın acısını insan alır” der Şükrü Erbaş.

Ya ağacın acısını? Alacak başka bir ağaç bıraktınız mı?

Ya hayvanın acısını? Alacak başka hayvan bırakıyor musunuz?

Siz doğa düşmanları:

Toplayın ayaklar altına saçılan iyi niyetlerinizi.

Saatlik yardımlarınızı.

Dakikalık hoşgörülerinizi

Saniyelik doğrularınızı.

Siz vicdanlarınızı tartıp satın mı alıyorsunuz?

Yasal yaptığınız acılarınızı, iğne deliğinden geçecek hassasiyetlerinizi de alın uzaklaşın bu ormanlardan.

Rahat bırakın bu ağaçları.

Ben tüm ormanlar adına size seslenen cılız bir ağacım.

Biraz da olsa rahat bırakın bizi.

Birileri burada dünyayı beşiğe yatırmış, sallayıp uyutmuş gibi...

Huzur desen diz boyu.

Kimse yaklaşmasın. Ağaç ağaca sohbet edeceğiz.

***

Bu yazıma ormanların faydalarından bahsetmek için bir giriş yapmıştım. Ne yazık ki onlar, faydalarını gösteremeden, vicdanlarını satın alanlar tarafından yok edilmek ile meşguller. O nedenle onların mağduriyetlerini yazmayı bir borç bildim. Bitkiye, hayvana, ormana yapılan her türlü şiddeti, verilen her türlü zararı kınıyorum. Bırakın biraz nefes alsınlar!

21-26 Mart “Dünya Ormancılık Haftası” kutlu olsun.

İstanbul Times  / Hande Balcan